AKP hükümetinin İstanbul’daki CHP’li belediyeler ve CHP’ye oy veren İstanbul halkı üzerindeki baskısı ve kuşatması devam ediyor.
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in ve Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklanmasından sonra, Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler de gözaltına alındı!
“Heybede turpların” olduğunu, nasıl oluyorsa, "yargı kararlarından" önce açıklayan AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın, “CHP’li belediyeleri silkeleyin” biçimindeki padişahlık fermanından sonra, “silkeleme” operasyonu hız kazandı!
Oysa anayasanın 138. maddesinde şu ifadeler yer alır:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
***
Bununla birlikte, anayasaya uymayanların bir padişahlık ve hilafet “anayasası”, daha doğrusu bir “karayasa” veya “ferman yönetmeliği” çalışmaları da devam ediyor.
Bununla da bağlantılı olarak, DEM’li yöneticiler, terör örgütü PKK’nin kurucusu Abdullah Öcalan’ın çağrısını açıkladılar.
Çağrı metninde, terör eylemleri konusunda bir pişmanlık ifadesi ve PKK’nin terör örgütü olduğuna dair bir söz yer almadığı gibi, on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan eylemleri haklı çıkartmak için temelsiz “kuramsal” açıklamalar yer aldı; etnik kimlikçilik, mikro-milliyetçilik, şovenizm ve ona bağlı terör eylemleri, “reel-sosyalizm” ile ilişkilendirildi; böylece, sosyalizmin ekonomik sınıf mücadelesi temeline dayandığı, antikapitalist ve anti-emperyalist bir kuram olduğu gerçeği de örtbas edildi.
Çağrıda Türkiye Cumhuriyeti de şu ifadelerle eleştirildi:
“Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç (Türk-Kürt ittifakının parçalanma süreci) hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hal alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.”
Bu ifadeyle Türkiye’nin üniter ve laik yapısı hedef alındı, vatandaşlık temelli üniter yapı, “tek tipçi yorum” olarak damgalandı; birleştirici unsur olarak da, anayasal vatandaşlık temel alınacağına, HÜDA PAR’ı çağrıştıracak biçimde, “dini inançlar” gösterildi.
***
PKK’nin “silahı bırakması” ve kendisini “feshetmesi” çağrısının yer aldığı metine ek olarak, Öcalan’ın DEM milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e verdiği “not belgesinde” ise şu ifadeler yer aldı:
“Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz, silahların bırakılması ve PKK’nin kendisini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”
Burada yer alan “demokratik siyaset” ve “hukuki boyutun tanınması” ve çağrı metninde de yer alan “demokratik toplum” ifadeleri ne anlama gelmektedir?
Çağrı metninde, “ayrı ulusdevlet, federasyon, idari özerklik” ve “kültüralist çözümler”, “tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamayan” unsurlar olarak nitelendirildiklerine göre, PKK’nin “feshedilmesinin” karşılığında talep edilen veya anlaşma sağlanan konu nedir?
Ayrıca PKK tarafından kurulup yönlendirilen ve ABD tarafından desteklenen terör örgütü PYD/YPG/ SDG konusunda, çağrı metninde neden bir ifade yer almadı?!
***
Erdoğan, Mustafa Kemal’in askeri olan teğmenlerin TSK’den ihraç edilmeleri konusunda, Kara Kuvvetleri Komutanı Selçuk Bayraktaroğlu’nun ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Ercüment Tatlıoğlu’nun da sorumlu olduğunu söyleyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i, “Ayaklarını denk al, denk almazsan denk getirmesini de biz biliriz.” sözleriyle tehdit edeceğine, “dostu” olan ABD Devlet Başkanı Donald Trump’ın ayaklarını denk getirmesini sağlasaydı, Türkiye bu kara delikte silkelenmezdi!
Erdoğan, “Bu koltuklarda ebediyen oturacak değiliz. Emrihak vaki bulduğunda kara toprağa döneceğiz” diyerek, demokratik bir yolla iktidarı bırakmayacağını da açıkladığına göre, aydınlık günler konusunda umutlu olmak zorlaşıyor.