İzmir’de tam anlamıyla “ağır, koyu bir sıcak” vardı. “Kerbela” oyunu 2 Ağustos tarihinde bir zamanların fuar alanı, günümüzün Kültürpark’ı içindeki açık hava tiyatrosunda oynanacağı için İzmir’deydim. Bu turne benim açımdan değişik ve anlamlı bir olaya da sahne oldu. İnter Kültürel Tiyatrolar Platformu’ndan Orçun Masatçı ve Özgün Aytar oyun sonrasında 60. sanat yılımı verdikleri bir ödülle kutladılar. Hayatınızdaki böyle dönüm noktalarının hatırlanması, kutlanması insanı hem mutlu ediyor, emeklerinin boşa gitmediği duygusunu uyandırıyor hem de sizi dönüp kişisel tarihinize bakmaya zorluyor.
FUAR ZAMANI
Bugünden bakan gözlerimle 18 yaşıma dönüyorum bir anda. Fuar zamanıydı. Dormen Tiyatrosu’nda “Eski Çamlar Bardak Oldu” oyunuyla İzmir Fuarı içindeki açık hava tiyatrosunda turneye gelmiştik. Altan Erbulak’ın sahneye koyduğu oyunda Cahit Irgat, Göksel Kortay, Tülin Oral, Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman, Kerem Yılmazer gibi sanatçılarla birlikte oynuyordum. Gerçi o yaz Ali Poyrazoğlu turneye gelemediği için onun rolünü de Altan Erbulak üstlenmişti. İşte o yıl 18. yaş günümü İzmir Fuarı’nda kutlamıştık.
Bu anıyı sıcak bir İzmir gecesinde paylaştığım arkadaşlarımdan yazar, yönetmen, oyuncu Cengiz Toraman, “Böylece çember kapanıyor, bir döngü tamamlanıyor” dedi.
HAYATIN DÖNGÜLERİ
Çok doğru. İnsan, hayatını biraz da bu döngülerle anlamlandırıyor, daha doğrusu hayatın döngüleri anlam arayışımızda bize yardımcı oluyor.
Altmış yıl önceye gittiğimde tiyatro yaşamımdaki ilk adımlarımı görüyorum. O zamandan geleceğe doğru nasıl baktığımı tam hatırlamam olanaksız. Ama tiyatroyu o gencecik yaşımda bile bir aşk olarak yaşadığımı biliyorum. Yıldız Kenter, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal gibi çok seçkin hocalardan eğitim alma şansı bulmanın yanı sıra, mesleğin ustalarının yanında yetişmenin, onlarla aynı sahneyi paylaşmanın kıymetini bildiğimi de anımsıyorum. Okul eğitiminin usta-çırak ilişkisiyle bütünleşmesinin, daha ileri noktalara taşınmasının bir tiyatro sanatçısı için ne ifade ettiğini, nasıl ufuklar açtığını hem 1966’da ilk kez sahneye çıktığım İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda (İBŞT) hem de yine altmışlı yıllarda çalıştığım özel tiyatrolarda, Dormen Tiyatrosu’nda, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda bizzat yaşayarak öğrendim.
HATIRLAYARAK DİRENMEK
Bugün birlikte prova yaparken deneyimlerimi de olabildiğince aktarmaya çalıştığım genç meslektaşlarımla sohbetlerimizde tiyatroda usta-çırak ilişkisinin önemi üzerinde ısrarla duruyorum. Çok yönlü, çeşitli disiplinleri de bünyesine katmış modern bir eğitimin yanında, kuşaklar arasındaki bağlantıyı kuracak, mesleki belleği oluşturacak usta-çırak ilişkisinin, gelenek zincirinin korunup aktarılması çabasının tiyatronun olmazsa olmazı olduğuna inanıyorum. Çünkü tiyatro hatırlayarak ileri giden, yaratıcılığını sürekli kendi geleneklerine, kendi köklerine dönerek yenileyen bir sanat dalı. Jean Jaurès’nin iyi bilinen, “Bir nehir denize doğru akarak kaynağına sadık kalır” cümlesini küçük bir değişiklikle tiyatroya da uygulamak mümkün: “Bir nehir kaynağına sadık kaldıkça denize doğru akmaya devam eder.”
Bizi istedikleri kadar unutkan, belleksiz, kuşaklar arası ilişkileri kopmuş bir toplum yapmaya, hem toplumsal hem kişisel tarihimizi istedikleri kadar budamaya, bu kapsamda tiyatronun da o paha biçilmez zincirini istedikleri kadar koparmaya çalışsınlar, usta-çırak ilişkisine hak ettiği değeri vererek, hatırlamaktan asla vazgeçmeyerek direnmek zorundayız.
Altmış yıl önce, altmış yıl sonra. Benim çıkardığım ders bu.