Ergin Yıldızoğlu, 7 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Faşizm ve kültür” başlıklı önemli bir yazı kaleme aldı. Kanadalı kültür kuramcısı Prof. Henry A. Giroux’nun kültürü “pedagojik bir savaş alanı” olarak tanımladığı bir makalesinden yola çıkan Yıldızoğlu, şu saptamayı yapıyor: “Baskı artık yalnızca copla, yasayla, sansürle değil; medya, sosyal ağlar, okul müfredatları, dijital platformlar aracılığıyla da işliyor. Böylece neye öfke duyulacağını, kimden nefret edileceğini, kime sessiz kalınacağını sistematik biçimde öğreten bir ‘pedagojik rejim’ kuruluyor. Faşizm yalnızca bir yönetim tarzı değil, bir düşünme biçimi, bir duygu rejimi, gündelik yaşamın içine sinmiş bir kültür haline geliyor.”
ALGI TUZAKLARI
Böyle bir “pedagojik rejim” içinde kültür alanı apayrı bir önem kazanıyor. Çünkü kültür, yaşam ve düşünce biçimlerini olduğu kadar hatırlamayı, toplumsal belleği de doğrudan etkileme gücüne sahiptir. Bu da toplumsal hakikat algısını şekillendirir. İçinde yaşadığımız tuhaf iletişim çağında, algının nasıl gerçeğin önüne geçirilmeye çalışıldığı, bunun neredeyse politik bir araç olarak sistematikleştirildiği düşünüldüğünde yukarıdaki saptamaların can alıcı önemi daha da belirginleşiyor.
Yapay zekâ yoluyla üzerinde işlem yapılan ve geçmişten şimdiye uzanan birikimi kapsayan veri tabanı, farklılıklar ve aykırı seslerden çok kabul edilmiş çoğunluk kanaatlerini öne çıkaracak, hatta tek “gerçek” olarak sunacak bir özellik taşımaktadır. Bu da toplumsal belleğin, toplumsal hakikatin önündeki bir başka algı tuzağı olarak kendini göstermektedir.
UNUTTURMAYA KARŞI DİRENMEK
Değerli tarihçi Eric J. Hobsbawm, “Aşırılıklar Çağı” diye nitelediği 20. yüzyılı irdelediği kitabında, toplumsal bellek yitiminin bu çağın özellikle ikinci yarısının en trajik eğilimlerinden biri olduğunu vurgulayarak kuşakların geçmişten kopmasının tehlikelerine işaret etmişti.
Bugün bu tehlike, tüm teknolojik iletişim olanakları da kullanılarak her türlü yolla yapılan algı mühendisliğiyle ve olmayan yeni geçmişlerin icadıyla çok daha yakıcı bir hale gelmiş durumda.
Giroux’ya göre, “demokratik yaşam biçiminin düşünme cesaretiyle, hakikatin izini sürme ısrarıyla, ortak hafızayı canlı tutan bir yurttaşlık etiğiyle mümkün” olduğunu belirten Yıldızoğlu da hatırlamanın önemine işaret ediyor: “Hatırlamak bir eylemdir. Unutturmaya karşı direnmek, bir yurttaşlık görevidir.”
Bellek ve tiyatro “Hatırlama”nın en önde gelen ve etkileyici araçlarından biri hiç kuşkusuz sanattır. 20. yüzyıl başının çığır açan Rus tiyatro insanı Vsevolod Meyerhold’un tanımıyla, geçmişinden beslenerek geleceğini arayan tiyatro sanatı ise bu “pedagojik” mücadelede apayrı bir öneme sahiptir. Varoluş ve kendini yeniden üretme biçimiyle kendi kültürel köklerinden, gelişim sürecinden beslenen tiyatro, bir yandan çağına tanıklık ederken bir yandan da bellek yitiminin panzehirlerinden biri haline gelebilir.
Günümüzde faşizmin bir “hafıza rejimi” olduğunu vurgulayan Yıldızoğlu, neyi hatırlayacağımıza, neyi unutacağımıza, neye ağlayıp neye sevineceğimize dair dayatılan “kültürel kılavuz”a, kültür üzerinden inşa edilen baskıya ancak kültür alanında direnerek yanıt verilebileceğini ifade ediyor.
Bu direnişin birincil dayanağı ise “hatırlamak”tır. Hatırlamak, toplumsal çürümenin de önüne dikilebilecek en sağlam bentlerden biridir. Hatırlamak bir eylemdir ve bu konuda aydınlara, sanatçılara da önemli görevler düşmektedir.