Deniz Yıldırım

Yeni kamuculuk ve kooperatifler

10 Kasım 2021 Çarşamba

Türkiye’de iki tabaka var: İlki kaynak tabaka, ikincisi kaymak tabaka. Kaynak tabaka, emeğiyle, aklıyla, fikriyle, ürettiğiyle, vergisiyle, bu memleketin kaynaklarını yaratıyor. İkinci tabaka yani kaymak tabaka ise bu kaynakları sömürerek hayatını sürdürüyor. İlk tabakada halk çoğunluğu var; ikinci tabakada ise sermaye ve siyasal iktidar ilişkilerinin iç içeliğinden yararlananlar, emeği, doğayı, memleketin kaynaklarını sömürenler yer alıyor; yani bir azınlık.

Ekonomik ve sosyal açıdan ortaya çıkan bu denklem, iktidar sahiplerinin kültür, kimlik, inanç olguları temelinde kurdukları hegemonya sayesinde tersine çevriliyor. Azınlıkta kalanlar, çoğunluğun çıkarını savunuyormuş gibi görünmenin yolunu bugünkü iktidar koalisyonunun ideolojik çizgisinde buluyor. Böylece kaynakları sömüren kaymak tabaka, açıktan ya da örtük olarak yönetmeyi sürdürüyor.

Ancak her şeye rağmen iktidarın hegemonyası son gelişmelerle birlikte sarsılıyor. Bunda siyasi-ideolojik hegemonyanın bir maddi temelinin olmasının ve bu ekonomik-maddi temel çalkalandıkça, sözle, söylemle kitlelerin desteğini garantilemenin zorlaşmasının payı var. Zira biliyoruz ki ekonomi kötü, hayat pahalılığına etkisi günden güne hissediliyor. Kaynak tabakanın takati kalmadı; kaymak tabakanın ise doyası yok. Bu çelişki, gelir adaletsizliğiyle birlikte, el ele büyüyor. Ancak yine de bu iki tabaka arasındaki karşıtlığı siyasallaştıran ve bu kez kaynak tabaka lehine bir program önererek, inşa ederek ilerleyen bir alternatifin varlığına ihtiyaç duyuluyor. 

Bu noktada, zararların değil, refahın paylaşımını ve bu paylaşımda adaleti savunmak elbette önemli. Şimdilik, ana akım muhalefet partilerinin program ve söylem düzeyinde, daha çok bu bölüşüm ilişkileri temelinde siyaset geliştirdikleri, iktidarı da bu temelde eleştirdikleri görülüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidarın ballı ihalelerini, kamu garantili projelerini hedefe koyup kamulaştırma gündemini birkaç kez dile getirmesi elbette önemli; buradaki perspektifi sahiplenmek ve üretim ilişkilerinin geneline dönük alternatif bir modelin inşası için de genişletmek gerekiyor.

OVACIK’TAN TİRE’YE

Biliyoruz ki refahın nasıl paylaşılacağından önce, işin üretim ilişkileri boyutu var. Bu refah nasıl yaratılacak, kimlerin yararına bir üretim süreci örgütlenecek? Burada ise üreticiyi, emekçiyi yoksullaştıran zinciri kıracak; aracının, tefecinin, tekellerin kazandığı, büyük balığın küçük balığı yuttuğu düzeni tersine çevirecek bir başka üretim örgütlenmesine ihtiyaç var. Bu noktaya dokunulduğu anda, Türkiye devriminin geçmişten beri tarihsel damarı olan ve her dönem güncellenerek günümüze ulaşmaya çalışan halkçılık programı da çağa uyarlanmış olacak. Erken Cumhuriyet kooperatifleri örgütledi. Ardından, 60’larda planlama devreye girdi; sonra halk sektörü tartışmaları geldi; kaynaklar kamu yararına göre tahsis edilirken üretimin de buna göre örgütlenmesi için yollar, yordamlar konuşulmaya başlandı. Şimdi? Şimdi kooperatifleri, üretici örgütlenmelerini yeniden konuşmak, yerelde, mikro ölçekte beliren deneyimleri, kapitalist kâr odaklı zincirin ötesine geçecek şekilde, ülkenin talandan çıkış sürecinin inşa programının merkezine yeniden taşımak gerekiyor.

Bunu yaparken hem geçmişin kooperatifçilik deneyimlerinden faydalanmak hem de bugünün yeni kamuculuk perspektifine göre alternatif, piyasa dayatmalarının, tekellerin programlarının dışında bir üretim ve yönetim örgütlenmesinin çekirdeğini geliştirmek lazım. Önümüzde örnekler de yok değil. Bugün Tunceli Belediye Başkanı olan Fatih Mehmet Maçoğlu’nun Ovacık’ta başlatıp ülkeye duyurduğu kooperatif deneyimi ve İzmir’de büyükşehir belediyesi ile Tire Süt Kooperatifi arasında kurulan ilişki önümüzü aydınlatan modeller. Bu modeller, gıda fiyatlarının cep yaktığı, üreticinin de tüketicinin de pahalılığa, döviz kurlarındaki artışa ezdirildiği koşullardan çıkış için de iyi okunmalı, yerel yönetimler eliyle/işbirliğiyle/öncülüğüyle yürütülen bu gibi kooperatif deneyimleri, AKP sonrası Türkiye’nin ekonomik modeli içinde, yeni kamuculuk perspektifiyle sahiplenilip genelleştirilmeli.

Bu noktada özellikle son yıllarda “dayanışma ekonomileri” kapsamında kooperatifleşme olgusunu yeniden gündemine alan, bilgi ve tartışma zeminini genişleten güzel çalışmalar da önümüzü aydınlatıyor. İlgili okurlara, bugün çizmeye çalıştığım çerçeveyi daha da ayrıntılı kılan üç kitap önereceğim: İlk ikisi, F. Serkan Öngel ile Uygar Dursun Yıldırım tarafından derlenmiş olan “Krize Karşı Kooperatifler” ve “Şirketlerden Kooperatiflere Rekabetten Dayanışmaya” başlığını taşıyan kitaplar; üçüncüsü de Çağatay Edgücan Şahin’in derlediği “21. Yüzyıl Türkiye’sinde Tarım ve Kooperatifler” başlıklı çalışma. Üç akademisyen meslektaşımın Nota Bene Yayınları’ndan çıkan bu nitelikli derlemelerinin ilgili okura da ulaşmasını dilerim.

Bugün 10 Kasım. Kurtuluş önderimiz, büyük Cumhuriyet ve aydınlanma devrimcisi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyorum. Unutmayacağız, unutturamayacaklar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları