Bitmeyen acı...

02 Temmuz 2022 Cumartesi

2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta bir ortaçağ katliamında babam şair Dr. Behçet Aysan’ı kaybettim. Bu ülke de geleceğini! Yirmi dokuz sene sonra bugün, adalet, mafya, uyuşturucu ticareti karabasanı ortasında, kaset savaşlarının dehlizlerinde, Panama’dan beter bir görüntü içinde, bütün değerlerin cılkının çıktığı bir dönemeçte memleket havası selamlıyor bizi. Meğer tarih, önü kesilemeyen eğitimsiz bir güruhun, “Laiklik Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak” çığlıkları arasından taşıyormuş. Ve takvim yaprakları yaşamın rüzgârını önüne katıp bizleri anlatmaya, alfabemizdeki yirmi dokuz harfin sığamayacağı hukuksuzluklardan başlıyormuş. Payımıza düşen taziyelerin içinden geçen bir ömürmüş meğer. Oysa bir ağız vişne dolusu gülebilirdik. Cinayetler, katliamlar ülkesi olmazdık o zaman. Siyasi cinayetlerde “cezasızlık” olgusunun yerine gerçek anlamıyla “yargılama” sağlanabilseydi ezber ettiğimiz hikâyenin içine gömülmez; insanlık suçunun zamanaşımıyla denk düşmesini yüreğimiz titreyerek izlemezdik. Ne acı ki bize dayatılan hikâyede, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarını gördük. Orada öfkeli haykırışları duyduk. O sözlerde yıllardır kırmızı bültenle aranmasına rağmen yakalanamayan, hatta onlara ehliyet, evlilik cüzdanları verilen tetikçilerimizin umursamazlığını duyduk. Bize dayatılan acılar her gün sürdü. 

***

Kazancakis’in o meşhur “Zorba” romanında hayattan beklentilerini olabildiğince azaltmış bir adam ruhunu dinlemek için Girit’e gider, karşısına “zorba” çıkar. Kulağına, “İnsan zorlayıcı olurken bir yanı zorba olmak istiyor, hayatı yaşamak istiyor” diye fısıldar. Hayatı tüm iliklerine kadar yaşamak, aşkla, sevdayla, tutkuyla, harmanlamak kolay değildir. Bizim gibi ülkelerde ise yaşamak ve insanca yaşamayı savunmak bedel ödemekten geçer. Bizler, siyasi cinayetler sonucunda yaşamını yitirenlerin yakınları bedel ödemeye razıydık. Yorulduk, bunaldık ama hayatın acemisi olmaya devam ettik. Başımıza çoraplar örüldü. Yine de sorular sormaya devam ettik. Farklı sorularımıza rağmen, cevap alamadığımız için, sorular biriktirme konusunda hüner sahibi olduk. Bir kere daha “çok güzel yenilmemek adına” inatla yeni başlangıç kapılarını çalmak için seferber ettik kendimizi. Ama her yeni girişim, edindiğimiz onca tecrübeye rağmen iflas etti. “Yenilenler”dik şüphesiz. En azından kimi iktidar odaklarınca öyle tanımlandık yıllarca. Belki de arkamızdan güldüler, dalga geçtiler. Bizse hakikatin ne olduğunu öğrenmek adına bir şeyleri ortaya çıkarmak için tanık arıyorduk. Zihnimiz sağlıklıydı, berraktı ama onlara göre sağlıklı değil aciz insanlardık aslında. Acizliğimiz verecek tek bir canımız olmasından kaynaklanıyordu. Başka da bir şeyciğimiz yoktu. Bir şeyleri oraya koymak adına yazmaya karar verdik. “Buradayız” dedik. Ölülerimiz yaşasın istiyorduk. Muazzam savaşçı olan sözcüklerin geleneğini sürdürmeye adadık ömrümüzü. Yakılan şairlerin, öldürülen gazetecilerin, aydınların çocuklarıydık. El ele verip onların gittiği yolu bir parça da olsa genişletmek gibi masumane bir çabamız vardı yalnızca. İktidar değil özgürlük odaklı, “ben”i tapu kılmadan, yeni bir başlangıç yolu aradık. Bu kapkaranlığı yırtacak çıkış kapısına nasıl ulaşılır, diye gece gündüz düşündük. Bir tek mezarlarımızı korumaya mahkûm edildik. Onu bile sağlayabilmek özel bir çaba gerektiriyordu. 

*** 

25 Mayıs 2001 gecesi, babamın ölümünden hemen sonra bela bir hastalığa yakalanmış annemle uzun uzun konuştum. Erimiş bedenine rağmen kocaman gözleriyle bakıyordu bana. Defalarca ameliyat masasına yatırmışlardı onu. Hepsinden ince bir çizgi gibi gülümseyerek çıkmıştı. İkimiz de biliyorduk artık geriye dönüşün olmadığını. Gittiği yolun çıkmaz bir sokakla birleştiğini daha önce bilseydi, kendini korur muydu, sanmıyorum. “Babamı çok mu sevdin anne” diye sordum. “Sen olsaydın, sen de severdin” diye yanıtladı beni. Ertesi gün onu kefen içinde son defa gördüm. Bu nedenle Sivas önce bir ailenin sonra da bir toplumun çöküşünün başlangıcıdır aslında. 

***

Ey babalarımızı yakanlar, katiller, onların işbirlikçileri ve işverenleri... Yıldönümünüz kutlu olsun! Radikal İslamcılarla her türlü çıkar işbirliğine giren yapılar... Sizin de kutlu olsun yıldönümünüz! Tek bildiğimiz, inadına, bir gün, son sözü söyleyecek taraf biz olacağız. Bir gün, babam Behçet Aysan’ın “Yarın diye bir şey var” şiirini haykırarak söyleyeceğiz! Gözleriniz gözlerimizde olacak. Bu sözümü unutmayın!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları