Sur, Cizre, Yüksekova enkaz oldu, 2016 acayip bir darbe girişiminin, canlı bombaların yılı oldu. Yıl biterken, terörist saldırılar İstanbul’da, Kayseri’de yine can alıyor. Ankara’nın göbeğinde Rusya Büyükelçisi, karanlık bir suikastta İslamcı bir teröristin kurşunlarıyla ölüyor. AKP’de temsil edilen siyasal İslam ülkeyi yönetemiyor, ekonomik, siyasi krizi derinleştikçe söylemi giderek IŞİD’inkine benziyor. Siyasal İslamın projeleri her yerde ölüme açılıyor.
Diğer taraftan, sermayenin “kâr makinesinin”, metalaştır ve tüket ilkesi, gezegeni ve üzerinde yaşayanları bir ekolojik felaketten, iklim krizinden kurtarmak için alınması gereken önlemlere, uzun dönemli planlamaya izin vermiyor. “Kâr makinesinin” yaşam ilkeleri, insanlığın “yaşam dünyasını”, ekolojik çevresini ölüme sürüklüyor. Türkiye’de ve dünyada insanlık iki ölüm arasında sıkışmış, kıvranıyor.
Siyasal İslam ve ölüm
IŞİD yükselirken medya ekranlarında ölümün, öldürmenin türlü biçimlerinin yüceltilişine şahit olduk. IŞİD’in ideolojisi, sermayenin ürettiği, hazlara, bedenlere odaklanmış “maddiyatçı” kültürü yadsıyor. IŞİD bu “maddiyatçı” dünyadan, yaşamı, bedenleri feda ederek (bu arada her fırsatta Marquis de Sade’ı kıskandıracak bir cinsel açlıkla tüketerek) ölüm ve şehitlik yoluyla başka ilahi bir dünyaya (hurilerin, gılmanların, şarap ırmaklarının dünyasına) geçmeyi arzulayan bir aklı temsil ediyor.
Sermaye ilişkisi bedenleri, yaşamı, “kâr makinesini” çalıştırmak için bu dünyada feda ederken, IŞİD’in aklı, bedenleri bir başka dünyadaki hazlara ulaşmak için feda ediyor.
AKP’nin siyasi, jeopolitik çıkmazlarının yol açtığı ölümler, yıl boyunca benliğimizi derinden sarsan pedofili, kadın tacizi olayları, yüzümüzü kızartan cinsel içerikli fetvalar, iç savaş görüntüleri, bombalı saldırılar AKP’de temsil edilen siyasal İslamın arzularının, giderek IŞİD’de temsil edilen siyasal İslamın arzularına benzediğini gösteriyor.
En son örneklerde, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Beşiktaş ve Kayseri’deki terör saldırılarının ardından ziyaret ettiği polislere “Hepimiz birer şehit namzetiyiz. Allah nasip ederse ben de şehit olurum inşallah sizler de şehit olun” diyor. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da aynı kafada! O da, “Bu aziz milletin evlatları gerektiğinde şehit veya gazi olmakta asla tereddüt etmeyecektir” sözleriyle (kendileri zırhlı arabalarla, koruma ordusuyla dolaşırken) üç kuruşluk maaşıyla ayın sonunu zar zor getiren güvenlik personeline, bedeni feda etmenin erdemlerini anlatıyor.
İlkokullarda öğrenciler, büyüyünce şehit olmak istediklerini söylüyorlar; bir sınıfta, öğretmenleriyle birlikte ellerinde idam ipleriyle poz veriyorlar. AKP’de temsil edilen siyasal İslam, kadının, çocuğun bedenini erkeğin hazlarının iktidarına feda eden bir yasayı ve idam cezasını getirmeyi arzuluyor; liderinin, “Allah’ın ümmete lütfu” olduğuna inanıyor. Ülkede, halifelik çağrısı yapan toplantılar düzenleniyor. Hem bombalı intihar saldırıları, hem de hükümetin ve yandaş basının intikam çağrıları öldürmeyi, bedenleri feda etmeyi yüceltiyor. AKP Türkiye’sinde Alman okullarında Noel yasaklanırken, Berlin’de bir İslamcı terörist Noel’i kutlamaya hazırlanan insanlara kamyonla saldırıyor.
Ne kapitalizm, ne siyasal İslam bu dünyada bir gelecek vaat ediyor. Liberal demokrasinin ya da ırkçı, milliyetçi popülizmin fantezileri, yalnızca “kendi benzerini kurtarmak” için insanlığın geri kalanını feda etmeye hazır projeler bu çıkmaza bir çözüm sunamıyor.
Çözümü, “kâr makinesinin” ilkelerinin ötesinde, bedenlere, hazlara, kültürel farklara odaklanmayan ama yaşamı da feda etmeyen; bedenleri, baskı, sömürü olmadan eşitlik, adalet, özgürlük ilkeleriyle, bu dünyada yaşatmayı arzulayan bir toplumsal projede aramak gerekiyor.
2017’ye girerken iki ölüm arasında
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...