Belirsiz zamanlar-huzursuz yaşamlar-3

26 Aralık 2022 Pazartesi

Tarih, Financial Times editörlerinden Gillian Tett’in bir yazısında vurguladığı gibi, tarih yine “istikrarın kural değil istisna olduğunu” söylüyor.

Şu sıralarda gündemde olan “stagflasyon” sözcüğü ilk kez 1970’li yıllarda duyuldu. Ancak o zaman, kapitalist uygarlık yaklaşık 35 yıl sürecek “yönü ve temel özellikleri belli” olduğuna inanılan bir döneme giriyordu.

Bu dönemde “piyasa serbestleşirken bireysel özgürlükler giderek gelişecekti”, sonra, “Küreselleşme dünya ekonomisini bütünleştirecekti. Artık demokrasi, insan hakları ve kültürlerin kaynaşma dönemi başlamıştı”. “Küreselleşme sayesinde finansal riskler yayılarak zayıflıyordu”. “Kapitalizmin bu aşamasında”, “enflasyon ve iş çevirimler geride kalmıştı” artık “büyük moderasyon dönemindeydik”: Yalnızca beş yıllık değil, 50 yıllık planlar yapılabilirdi. Bu itikat 2008 yılına kadar sürdü. Ondan sonra “başka bir şey” …

Davos 2008 zirvesinde, genel toplantıda sahneye fırlayan bir işadamı, öfkeyle, “Hani piyasalar kendi kendine dengeye gelecekti” diye soruyor, “Krizin sorumlusu kim” diyordu. Finansal piyasalarda “Guru” filan gibi lakaplarla anılan Fed başkanı Greenspan, Kongre Soruşturma Komisyonu’na ifade verirken “dünya görüşünü yeniden gözden geçirmek zorunda kaldığını” söyleyecekti. Greenspan, “İşte tam da bu nedenle ben de şoke oldum, 40 yıldır peşinden gittiğim ideolojide bir hata buldum” diyordu. Gerçek dünya ideolojisine uymamış!

Şimdi gündem: “Jeopolik”, “Küreselleşme çözülüyor”, “uzun durgunluk” ve nihayet yine stagflasyon. Ancak bu kez bir “büyük moderasyon” beklentisi yok. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, “sığınmacılar krizi”, “süreç olarak faşizm”; süper zenginlerle, sefil yoksullarla, açlarla belirsizlik, huzursuzluk derinleşmeye devam ediyor, “Demokrasi yalnızca bir an mıydı” sorusu yine güncel. Pandemi bunların üstüne geldi, “izleme gözetleme kapitalizmini” devletin yasak koyucu gücünü yeniden bilinçlere çıkardı. Bu resme iklim krizi karşısındaki iktidarsızlığı ekleyince karşımıza “Huzursuz yaşamlar”, korku ve keder geliyor. 

Seçkinler de huzursuz halk da.

Gillian Tett, şirket müdürleri arasında yapılan araştırmaların, belirsizliklerden, plan yapma, teknolojik gelişmeye ayak uydurma zorluğundan kaynaklanan huzursuzlukların yaygın olduğunu gösterdiğini yazıyor. Daha önce de aktardığım gibi (31 Ekim), dünya halklarının, çoğunluğu mutsuz, kendilerini kederli, sancılı yaşamlara hapsolmuş hissediyor.

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu’nda iki çarpıcı grafik var. Birincisinde, gelişmiş ülke halkları arasında dünyanın durumuna ilişkin olumsuz görüşleri betimleyen eğrilerin 1900-1980 arasından düşük düzeyde dalgalandıktan sonra tırmanmaya başladığını, 2000’li yıllarda hızlandığını, “büyük resesyonla” birlikte ivme kazandığını görüyoruz (s.31). İkinci grafik küresel İnsani Gelişme İndeksini sergiliyor (S.29). Bu indeksin eğrisi 1900’dan bu yana sürekli tırmanırken son iki yılda, tarihinde ilk kez kırılarak düşmeye başlamış. Rapor, bütün ülkelerin halkları arasında, yaşama ilişkin güvensizlik algısının, olumsuz duyguların, gelir skalasının en üst yüzde 10’u hariç, sınıf ve gelir farklarına karşın arttığını da gösteriyor. Rapora göre stres, bu kesimlerde, eğitim farklarından bağımsız olarak 2010’dan bu yana güçlü bir artış eğilimi sergiliyor (s.33). Nasıl sergilemesin kimse, daha özgür, demokratik huzurlu bir kapitalizm vaat etmeye, beklemeye cesaret edemiyor... 

Korku, umutsuzluk, müstehcen servet kutuplaşması, faşizmin iklimine ilişkindir, demokrasinin değil. Ancak, bu durumdan çıkış kapısının anahtarı yeniden ısrarla haklarını aramaya başlayan işçilerin, sendikaların elinde olabilir! Anahtara uygun deliği bulmak da sosyalistlerin görevi. Sağ-sol liberallerden, sosyal demokrat taklidi yapanlardan hayır yok!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları