Bir mektup, iki soru
Ergin Yıldızoğlu
Son Köşe Yazıları

Bir mektup, iki soru

09.06.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Geçen hafta Abdullah Öcalan’ın PKK’nin 12. kongresine gönderdiği “tarihi” mektubun ideolojik, tarihsel ve felsefi iddiaları birçok mecrada yorumlandı. Mektubu, yorumları okurken aklıma iki soru geldi.

NE KADAR OTANTİK?

Öcalan, 26 yıldır, ağır tecrit koşulları altında tutukludur. Bu süre zarfında kamuoyuna ulaşan tüm yazılı metinlerin ve açıklamaların, rejimin çeşitli düzeylerdeki denetim mekanizmalarından geçtiğini, yönlendirildiğini en azından onaylandığını varsaymak gerekir.

Ancak bireyin eylemleri/düşünceleri yapısal koşullar içinde oluşur ama salt bu koşullara indirgenemez. O mektup, çelişkili ve tarihsel bir momentin içinde hem tutsak bir öznenin stratejik müdahale çabası hem de rejimin devletinin seçici yapısal koşullarında biçimlenmiş çok katmanlı bir mesaj olarak görülmelidir. Birinci soru: Bu mektup ne kadar otantiktir?

BİR ÇIKIŞSIZLIĞIN İZLERİ

Söz konusu mektupta, devletin yalnızca merkezi bir muhatap değil, aynı zamanda insanlaştırılmış, neredeyse mitolojik bir varlık olarak konumlandırıldığı, yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda ontolojik bir düzlemde adeta fetiş nesneye dönüştüğü söylenebilir.

Mektupta devlet, karmaşık, güç ilişkilerinin çelişkili, esnek ve akışkan bir yapıntısı değil, karar veren, tarihsel irade gösteren bir aktördür. Bu tür bir anlatım, devletin iradi ve ahlaki kapasitelere sahip bir özne gibi temsil edilmesi anlamına gelir. Devlet politikaları da karşımıza, sınıfsal çelişkilerin, bir bürokratik çıkarlar sisteminin, kimi “güçlü aktörlerin” iradesinin değişken bir sentezi (vektörü) olarak değil de kişisel bir karakterin ruhsal dönüşümü olarak çıkar. Böyle bir yaklaşım, karar verici gerçek özneleri (Türkiye özelinde, bunların her tarihsel döneme özgün listelerini kolaylıkla çıkarabiliriz) gözlerden ve sorumluluktan uzak tutar.

Bu tür bir antropomorfizm, yalnızca sembolik düzeyde değil, ideolojik düzlemde de devletin biricik dönüşüm, çözüm sahası olarak görülmesine yol açıyor. Öcalan’ın, “demokratik modernite”, “toplumsal doğa” gibi “teorik” çerçeve önerileri de üzerinde gerçekleşeceği zemin olarak yine devletle ilişkilenmiş, hatta devlet merkezli bir süreci işaret ediyor.

Böylece metin, bir yandan, sınıfsal, bürokratik, hatta ekonomik belirleyicilerinden soyutlanmış bir devleti (içi boşalmış bir nesneyi) eleştiren, diğer yandan onun dışında bir çözüm ufku kuramayan bir düşünsel sıkışmaya işaret ediyor.

Bu sıkışıklık, Öcalan’ın “demokratik modernite” kavramsallaştırma çabasında da gözlemlenebiliyor. Öcalan’a göre “demokratik modernite”, kapitalist modernitenin merkezileşmiş, devlet temelli, ulus-devletçi yapılanmasına karşılık olarak yerel, çok katmanlı, katılımcı ve topluluk temelli bir toplumsal örgütlenme modelidir. Ancak “demokratik modernite” de sınıfsal ekonomik belirleyicilerden soyutlanmış biçimde sunulduğundan devletten tamamen kopuk bir düşünsel evren haline gelemiyor. Metinde, bu antropomorfizmin devleti, hem tarihsel bir sapmadır (patolojik modernite) hem de kaçınılmaz bir referans noktası... Dolayısıyla metinde devlete karşı kurulan alternatifler dahi, devletin varlığı üzerinden anlam kazanan stratejik karşıtlıklara dayanıyor. Bu da daha önce sözünü ettiğimiz, devleti (içi boşalmış bir nesneyi) hem eleştirilen hem de kaçınılmaz bir varlık olarak görme çelişkisini derinleştiriyor.

Sınıflar matrisinin üzerinde şekillenmiş bir “iktidar” ilişkilerinden kopuk, ekonomik, teknolojik ve personel girdileri, egemen kültürü, bunları içeren ve işleyen “yapıyı” göz önüne almayan bir yaklaşımda devlet karşımıza hem bir şiddet kaynağı hem de adeta bir arzu nesnesi olarak çıkıyor.

Öcalan’ın mektubunda karşılaştığımız, antropomorfizmin devlet temsili, sadece bir anlatım biçimi değil, daha derin bir tarihsel (politik, jeopolitik) çıkışsızlığın da belirtisidir. Devlet eleştirisiyle iç içe geçmiş bu devlet fetişizmi, Kürt siyasi hareketinin bugünkü koşullarda içine sıkıştığı stratejik, söylemsel ve varoluşsal çelişkilerin simgesel bir dışavurumu olarak da okunabilir.

Sonuç olarak, bu önemli mektubu okurken şu iki soruyu mutlaka akılda tutmak gerekiyor: Öcalan konuşuyor ama aslında kim konuşuyor? Mektup bunları söylüyor ama aslında ne demek istiyor?

İlgili Konular: #Öcalan

Yazarın Son Yazıları

Kuyruğunu yiyerek…

ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, “İran nükleer silah yapmıyor” dedi ama ABD’de bir irade, İran’ın nükleer tesislerini bombaladı. İngiliz başbakanı hemen desteğini açıkladı. Bu müstehcen resme uzaktan bütününü anlamaya çalışarak bakarsak ne görüyoruz? Emperyalist kapitalist uygarlık, kendi kuyruğunu yiyerek yaşamaya çalışan bir yılana benzemiyor mu?

Devamını Oku
23.06.2025
Kapitalizmin grotesk hakikati

İsrail’in Gazze soykırımının ardından İran’a düzenlediği saldırılar, Batı merkezli emperyalist kapitalizmin grotesk hakikatini sergiliyor.

Devamını Oku
19.06.2025
Rüya mı kâbus mu?

Netanyahu’nun 30 yıllık rüyası nihayet gerçekleşti. İsrail, İran’ın nükleer programının “geri dönülmez” bir noktaya geldiğini iddia ederek nükleer ve askeri altyapısını hedef aldı.

Devamını Oku
16.06.2025
Los Angeles’ta faşizm

Los Angeles’ta, Trump rejiminin göçmen karşıtı baskınlarına tepki olarak başlayan barışçıl protestolar, 4 bin ulusal muhafızın devreye girmesiyle şiddetli çatışmalara dönüştü...

Devamını Oku
12.06.2025
Bir mektup, iki soru

Geçen hafta Abdullah Öcalan’ın PKK’nin 12. kongresine gönderdiği “tarihi” mektubun ideolojik, tarihsel ve felsefi iddiaları birçok mecrada yorumlandı.

Devamını Oku
09.06.2025
İklim-faşizm-YZ

Bu hafta Polonya seçimlerinin sonuçlarıyla Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) yayımladığı son iklim verilerini, Wall Street Journal’ın yapay zekâ (YZ) ile ilgili uyarılarını birlikte okuyunca düşündüm...

Devamını Oku
05.06.2025