Filistin sorunu, Suriye iç savaşının, IŞİD vahşetinin, Suudilerin İsrail’e yaklaşmasının etkisiyle, dünya medyasının ekranlarında arka plana itilmişti.
Cuma günü binlerce silahsız Filistinli, Gazze’nin İsrail sınırında, 1976 yılında topraklarını alan İsrail askerlerine direnirken öldürülen altı Filistinlinin anısına her yıl tekrarlanan “Toprak Günü” için toplanmışlardı. Anca bu kez toplananlar, mayısın 15’ine, Nakba’nın (‘Felaket’) 70. yıldönümüne kadar sürecek bir “Geri Dönüş Yürüyüşü” eylemlerini de başlatıyorlardı. Topraklarına, evlerine, geri dönmek isteyen Filistinlilere İsrail ordusu ateş açtı: Bir günde 16 Filistinli öldü, yüzlercesi yaralandı (Haaretz, 31/03/2018).
‘Geri Dönüş kampları’
Geçen hafta, Hamas’ın çağrısıyla 10 binlerce Filistinli, Gazze sınırındaki tel örgülere doğru yürümeye başladı. Tel örgüler boyunca, İsrail’in işgal ederek yerleşimcilere açtığı Filistin topraklarına dönme arzusunu vurgulayan “Geri Dönüş” çadırları kuruldu. İsrail güvenlik uzmanları bu eylemlere katılımın yüz bin kişiye ulaşmasını bekliyordu.
Geçen hafta boyunca, İsrail medyasında, “Geri Dönüş Yürüyüşü”, güvenlik güçlerinin hazırlıkları, özellikle ordunun sınıra yığmaya başladığı tanklar, zırhlı araçlar, IHA’lar, sayıları 100’e ulaştığı söylenen keskin nişancılar, yaşanacak olayların dünya kamuoyunda yaratacağı etki, kaygıyla konuşuldu. Cuma günü olaylar patlak verdiğinde, daha birinci gün 16 Filistinlinin öldürülmesi, yaralı sayısının 500’ü aşması, bu kaygıların yersiz olmadığı gösterdi.
Her yıl, “Toprak Günü”, 1948 yılında İsrail kurulurken, 1.9 milyonluk Filistin nüfusunun 700 bininin topraklarından sürülmesini betimleyen Nakba’nın, 15 Mayıs’taki yıldönümüne kadar süren protesto eylemleri sezonunu başlatıyor. Bu yıl 5 nedenle olayların tırmanma eğilimi, yeni bir İntifada’ya dönüşme olasılığı daha güçlü.
Birincisi, artık ufukta hiçbir çözüm umudu yok. Dinci Hamas, İsrial’in de onayıyla kurularak Filistin ulusal hareketini böldüğünden bu yana, Filistin halkı, İsrail ile pazarlık yapabilecek bir birleşik liderlikten yoksun. Gazze’de Hamas, Batı yakasında Filistin yönetiminin basiretsizlikleri, İsrail’i yeniden masaya oturmaya zorlayacak bir güç birliğini engellediği, bu durum da iktidardaki İsrail sağının işine geldiği için, iki devletli çözüm umudu giderek gündemden düştü.
İkincisi, Trump yönetimi, Tel Aviv’deki büyükelçiliğini, 15 Mayıs’ta, İsrail’in ‘Bağımsızlık’ ilanının 70. yıldönümünde, Kudüs’e taşıyacağını açıkladı. Böylece, ABD Filistin halkının taleplerini, haklarını yok saymış oluyordu.
İşgal, sürgün, yoksulluk, kriz
Üçüncüsü, Başbakan Netanyahu’nun, 3 bin 736 adet yeni yerleşimci biriminin kurulacağına ilişkin açıklamaları, İsrail devletinin işgali genişletmeye kararlı olduğunu gösteriyordu. Filistinli toprak ve konut sahiplerinin sistemli olarak mülksüzleştirilmesi, evlerin ve toprakların, toplumunun en dindar kesimlerine verilmesiyle oluşan alanlarda, yoğun güvenlik önlemleri altında halen 600 bin İsrailli yerleşimci yaşıyor.
Dördüncüsü, Filistin göçmen kamplarındaki insani kriz artık dayanılamaz bir noktaya ulaştı. Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, ocak ayında yayımladığı bir rapora göre, Gazze şeridinde içme suyunun yüzde 97’si insan tüketimine uygun değil, Sağlık bakanlığı gerekli ilaçlar stokunda yüzde 48’e, gerekli tıbbı aletler stokunda da yüzde 28’e ulaşan açıklar var. Yetişkin nüfusun yüzde 44’ü, gençlerin yüzde 60’ı işsiz. Ailelerin yüzde 65’i, balıkçı ailelerinin yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Beşincisi, Hamas yönetimi, yalnızca mali bir kriz değil, idari beceriksizliğinin ve Gazze’de daha radikal dinci akımların basıncı altında bir meşruiyet krizi yaşıyor. Bu krizi aşabilmek için toplumu yeniden harekete geçirerek liderliğini yenilemeyi denemekten başka bir çaresi yok.
Bu yıl bahar Filistin halkına yine kan ve gözyaşı getirecek gibi görünüyor. Umarım, Filistinlilerin sorunları dünya medyasının yorumlarında, haber bültenlerinde şimdi kendine bir yer bulabilir.
Filistin sorunu yeniden gündemde
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...