‘Çıkar oyunu’ mu, ‘uzlaşma’ mı?
Feridun Andaç
Son Köşe Yazıları

‘Çıkar oyunu’ mu, ‘uzlaşma’ mı?

25.04.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

“Rıza toplumu” olalı beri tepkisizleştik. Kendimizi kayıplara değil, günü kurtarmaya verdik.

“Siz ötede durun, biz yönetiriz” diyenlere usulca kulaklarımızı tıkadık. Yalan, riyakârlık, yolsuzluk alıp başını gittiğinde sesimizi çıkarmadık. Dayatılanlara deyim yerindeyse boyun eğdik.

“19 Mart” sonrası gelinen yerde ise artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını görenlerin telaşı sardı ortalığı.

Bu, bir ülkeyi “çökertme” harekâtıdır ve merkezinde de bir siyasi örgüt ile onun işbirlikçileri vardır.

Adeta “muz cumhuriyeti”nde olabilecek olaylar silsilesinin, böylesine ardı ardına nasıl sıralanıp uygulamaya koyulduğunu her gün apaçık deneyimlerken şaşıp kalıyorum bazen.

Göz göre göre bir ülkenin nasıl çökertildiğinin öyküsü göz göre göre yazılırken inanın uykularım kaçıyor.

Daha üzücü olansa bunların her birinin yaşadığımız zamanlarda olması ve hepimizin uygulanan bu senaryonun seyircisi olarak kalması.

Aralarındaki işbirlikçi uzlaşma sayesinde iktidarı ele geçirenler, önlerindeki engelleri bir bir kaldırarak bu “çökertme” planını uygulayageldiler bugünlere kadar.

“19 Mart darbesi” buna dur demek için yola çıkanlara karşı yapılan bir ilk tehditti. İhtimal ardından gelecekler de planlanıyor ve bunun ilk adımı da “çözüm süreci” safsatası olarak karşımıza çıkarılıyor. Şimdi de adını değiştirip “terörsüzleştirme” dediler, inanırsanız.

Gelin hafızlarımızı bir yoklayalım geriye dönerek:

20 Temmuz 2015, Suruç bombalaması/ Şanlıurfa’da intihar saldırısında 34 kişi yaşamını yitirdi.

10 Ekim 2015, Ankara Tren Garı intihar saldırısında ölenlerin sayısı: 109 kişi.

23 Aralık 2015, Sabiha Gökçen Havalimanı’ndaki bombalı saldırıda 1 kişi hayatını kaybetti.

12 Ocak 2016, İstanbul Sultanahmet Meydanı’ndaki intihar saldırısında 13 kişi yaşamını yitirdi.

17 Şubat 2016, Ankara’da, patlayıcı yüklü bir araçla yapılan saldırıda 28 askeri ve sivil personel yaşamını yitirdi.

13 Mart 2016, Ankara’da Güven Park yakınlarında patlayıcı yüklü bir aracın infilak ettirilmesiyle 37 kişi öldü.

19 Mart 2016, İstanbul İstiklal Caddesi’nde bombalı intihar saldırısı sonucu 4 kişi yaşamını yitirdi.

24 Nisan 2016, Bursa Ulu Camisi yakınında intihar saldırısı sonucu 1 kişi öldü, 13 kişi yaralandı.

1 Mayıs 2016, Gaziantep’te bir polis karakoluna patlayıcı yüklü araçla saldırı yapıldı ve 2 polis memuru şehit edildi, 40 polis yaralandı.

10 Mayıs 2016, Diyarbakır Bağlar ilçesinde polis servisine saldırı sonucu 3 kişi şehit edildi, 45 kişi yaralandı.

12 Mayıs 2016, İstanbul Sancaktepe’de Hava Alay Komutanlığı yakınında bir araçla yapılan saldırıda 6 asker, 3 sivil yaralandı.

12 Mayıs 2016, Diyarbakır’da 15 ton patlayıcı yüklü bir kamyonla yapılan saldırıda 16 kişi öldü, 23 kişi yaralandı.

7 Haziran 2016, İstanbul Vezneciler’de araçla yapılan saldırıda 11 kişi yaşamını yitirdi, 36 kişi yaralandı.

8 Haziran 2016, Mardin’in Midyat ilçesinde polis karakolu yakınında yapılan saldırıda 5 kişi yaşamını yitirdi.

28 Haziran 2016 İstanbul Havalimanı’na yapılan saldırıda 35 kişi öldü, 100’ü aşkın kişi yaralandı.

***

15 Temmuz 2016’ya çeyrek kala yaşananlar bunlardı. Ülkeyi iyice istikrarsızlaştırmak için yapılan bu hamlelerin sonucu ortaya çıkan manzarayı iyi okumak gerekir.

Tüm bunlar bir anda durup dururken olmadı.

Bu hamle, yani bugünkü siyasi manevralar gösteriyor ki sözü edilen BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) hâlâ gündemde.

Suriye’nin çökertilmesi, ardından Türkiye’ye verilen ayar ve İran’ı derdest edebilme hamlesi...

2000’lerin başındaki “yeni” siyasi oluşum buna göre dizayn edildi. Ve bunun “aktör”lerine de bir “yol haritası” verildi.

Turgut Özal’la başlayan neoliberal politikalar, ülkenin her alandaki kılcal damarlarını keserek yoksulluğu, işsizliği, üretimsizliği, mesleksizliği, enflasyonu körükleyerek cilalı bir gelişme illüzyonu yarattı. Köprüler, yollar, binalar, AVM’li hayatlarla bir “trend” yarışına yönelttiler kitleleri. Her köşe başında cahil cemaatler türetildi.

Din verip inanç sattılar.

Önlerine çıkan her şeyi yakıp yıkıp çağın Celali’si kesildiler.

Millet, bayrak, din derlerken bir yandan da kendilerinden olanları belirlediler. Bir bakıma çanak yalayıcılar sınıfını oluşturdular.

Chomsky, bu gidişata, “yeni emperyal çağ” diyordu.

Evet, “küreselleşmenin sonu/sonucu, son insan” Trump Efendi” de bunu tescilledi artık.

Elbette ki yeni zenginler yaratan bu sistem, varlığını sürdürebilmek için sürekli komplolara ihtiyaç duyacaktı. Adaleti, eğitimi, sivil hayatı, bürokrasiyi güdümleyici kılma, hatta manipüle etme çabası da bundandı.

“Ulusal çıkar” yerine kişisel çıkarları önceleyen, bunu edinebilmek için her yolun mübah olduğunu sistemleştiren bir düzen yaratıldı.

Nihayetinde 20 yılı aşkın süredir yapılagelenler bunun bugün açıkça ortada olan göstergesidir.

Net bir şekilde söylemek gerekirse Kürtlerle yola çıkmadaki çaba ne “uzlaşma”dır ne “hak ve özgürlük” vaadidir ne de ülkeyi terörsüzleştirme arzusudur.

Bu, düpedüz kurulan sistemin çökmemesi için yapılan dar alan hamlesidir. Maalesef buna kanan “Kürt aklı” da bir türlü göremediği viraneliklerinde “saray aklı”nı muteber bilip söz şaklabanlığı yapmaktadır.

Evet, bir akıl tutulmasıdır bu olanlar.

Ve faillerinin de bu “yeni emperyal çağ”ın onlara dayattıklarının farkında olmadığı aşikâr