Bildiğiniz gibi, köklü dil kurumları her yıl sonunda o yılın kelimesini belirler. Almanlar bu konuda yaratıcıdır. Birçok anlam içeren, uzun ve içinde bir dolu sessiz harf taşıyan tek kelime ile o yılı anlatıverirler. Misal, son yılların Türkiye’sinin sosyo-politiğini en iyi anlatan iki önemli kelime olan ‘Kötülük’ ve ‘Çürüme’ yi ve “Götülschürüme” gibi acayip deyimle tanımlarlardı herhalde…
Ülkemizin toplumbilimcileri tarafından yaşadığımız günleri anlatmada kullanılan bu, karmaşık olmayan iki kelime halk tarafından çok anlaşılamazken, kötülüğün tarifi çıkageldi. Buca Belediyesi seralarında kent lokantaları için yetiştirilmekte olan sebzelerin su havuzuna tuz atılarak, bitkilerin yanmasına neden olunmuştu. Bu olay basit bir sabotajdan öte, tam da örgütlü kötülüğün tanımıydı. Dahası insanlık suçuydu!
Sıradan bir betimleme olarak günlük yaşamda kullanılan kötülük kelimesi aslında çok sayıda olumsuzlamayı içinde barındırıyor. Tek tek söylemeye kalkıldığında hakaret içerebilecek argo deyimlerin, daha naif gibi görünen kötülük sözcüğünde karşılığını bulmasında ülke siyasi rejiminin büyük katkısı var. Siyasi rejim sertleştikçe kelimenin içeriği de doldu. Tanımın bileşenleri çoğaldı ve aslında yerini de bulmaya başladı.
Kötülük ve çürüme kelimeleri karşıtına söylendiğinde onu allak bullak etmesi gerekir. Gelgelelim hiç de öyle olmuyor. Kötüler yani insana olduğu kadar doğaya ve hayvana da düşman olanlar bu kelimeyi bir hakaret olarak almıyor. Çünkü aynı, ünlü sosyolog Hanna Arendt’in ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ adlı eserinde belirttiği gibi kötülük yayılarak sıradanlaştırılmış, gerçek anlamından sıyırılmıştır. Düşünce yoksunu birisi için artık kötülük sıradan bir durumdur.
Arendt bir de kötülüğün kurumsallaşmasından bahseder. Tepelerde bir yönetim biçimi olarak kurumsallaşan ve dikey olarak aşağıya, halka inen kötülük, toplumda yaygın ve bulaşıcı çürümeye da yol açacaktır. Çürümüş yani asıl bileşenleri yok olmuş, değerleri aşınmış, kokuşmuş bir toplumun yönetilmesi de kolaylaşacaktır. Akademisyen Fatih Yaşlı “Çürüme kendiliğinden ortaya çıkmaz. Çürümenin bir ekonomi politiği vardır. Düzen ayakta kalabilmek için çürümeye muhtaçtır” der.
Son yılların moda sözcüğü de olsa, kötülük bu topraklara bir günde girmedi. İlk önce bu gerçeğin yani en az 20 yıldır ilmik ilmik örülerek bu günlere gelindiğinin halka açıklanması gerekir. Sıradanlaşarak anlamını yitiren kötülük kavramının içinde, bir işbirlikçi olarak yer almaması gerektiği anlatılmalıdır. Sonrasında ise sıra, torbanın dibinden başlayarak çürüklerin ayıklanıp atılmasına gelecektir. Bir daha toplumu çürütemesin diye…