Hikmet Çetinkaya

Deniz, Hüseyin, Yusuf...

05 Mayıs 2010 Çarşamba

Önce 12 Mart, dokuz yıl sonra da 12 Eylül...
Bugün Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının 38. yıldönümü...
Deniz ve Yusuf 25, Hüseyin 23 yaşındaydı darağacına yürüdükleri yıl.
Baskıcı bir rejimin, insan hakları ihlallerinin, sola karşı olan kin ve öç alma duygusu, kontrgerilla yapılanmaları...
Üç genç adam darağacına yürürlerken başları dikti...
Üçü de yurtseverdi, emperyalizme karşı savaşım vermişlerdi arkadaşlarıyla birlikte!
Tarihin derinliğine doğru yolculuğa çıkıyorum...
Komünizmle Mücadele Derneği, kontrgerillanın bir ayağını oluşturuyor, 6. Filo’yu protesto eylemlerinde gerici-faşist kadrolar, üniversiteli gençleri “Komünistler Moskova’ya” diye yuhalıyorlardı.
1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi Meclis’e girince Adalet Partisi ve CHP tedirgin olmuştu...
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü 45 yıl önce ne demişti:
“CHP ortanın solundadır.”
1965 seçimlerinde seçim sistemi “Milli Bakiye”ydi ve bir oy bile dışarıda kalmamıştı...
Şimdi kendi kendime şu soruyu soruyorum:
“Türkiye 45 yıl önce daha demokratik bir ülke değil miydi?”
Evet öyleydi...
1980 yılına dek siyasi partilerde önseçim yapılırdı... Delegenin oyuyla sıralamaya giren milletvekili adayları, seçildiklerinde Meclis’te daha özgür olurlardı.
Şimdi durum nedir?
Durum ortada,12 Eylül faşizminin getirdiği Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası’nın ürünü olan antidemokratik yapılanma karşımızda duruyor:
“AKP, CHP, MHP’de liderler egemenliği, BDP’de ise Öcalan baskısı...”

***

Deniz, Hüseyin ve Yusuf verilen buyrukla idam edildi. Türkiye’yi yöneten gerici-faşist yönetim sivil-asker birlikteliğiyle üç devrimciyi öldürdü.
27 Mayıs 1960’ın bedelini üç genç fidan ödedi ve böylece “kan davası” noktalandı.
Tarihin sayfalarında üç arkadaşımızın öldürülmesi kara bir leke olarak kaldı...
2010 yılındaki yaşananları irdelemeden önce 12 Mart ve 12 Eylül sürecini gözden geçirmek gerekmez mi?
Temel hak ve özgürlüklerin çiğnendiği, 12 Mart süreci, 12 Eylül’ü getirdi. Sözde Atatürkçüler, baskıyı, zulmü, işkenceyi yine sivil-asker işbirliğiyle yaptılar.
Günümüzde demokrasi ve özgürlüklerin simgesi olarak görülen tarikat şeyhleri ve müritleri darbeci paşalarla birlikte faşist yönetime omuz verdiler.
Onlar hâlâ Deniz’in, Hüseyin’in, Yusuf’un, Sinan’ın, İbrahim’in, Mahir’in ve nice devrimcilerin adını duyunca tüyleri diken diken olur, ağızlarından salyalar akar.
1982 Anayasası’nı destekleyen onlardır, Atatürkçülük adına Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu kapatılırken darbeci generalleri alkışlayanlar onlardır.
Havacı, karacı, denizci teğmenler işkenceden geçirilip zindanlara atılırken “Allah seni başımızdan eksik etmesin” diyen yine onlardır.
2010 Türkiyesi’nde siyasetin tıkanması,1983 yılından beri 12 Eylül Anayasası’nın ortadan kalkmaması, bu yüzdendir.
Baykal ve Bahçeli “yüzde 10 barajı”na takıldıkları halde bugün Erdoğan’la seçim engelinin kalkmaması konusunda anlaşıyorlar.
Sekiz yıl önce Ecevit, Çiller, Yılmaz da bu engele takıldılar ve siyaset sahnesinden indiler...
Tansu Hanım siyaseti bıraktı, Mesut Bey 2007’de bağımsız olarak seçimlere girip milletvekili seçildi.

***

Siyasetteki sancı, baskıcı rejimle birlikte daha da gelişecek, demokrasi ve özgürlük kandırmacası AKP’nin kozu olacak, buna karşı çıkanlar “Balyozcu-Ergenekoncu” diye suçlanacak, milletvekilleri “telefonlarımız dinleniyor” diye korkacak...
Kimileri de Deniz’i, Hüseyin’i, Yusuf’u, Mahir’i ölüm yıldönümlerinde anıp “Onlar yaşasalardı AKP’ye destek verirlerdi” diye ahkâm kesecek...
Oyun böyle sürüp gidecek!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları