Leyla Tavşanoğlu

Artık saygı kalmadı

22 Haziran 2014 Pazar

Ortadoğu uzmanı Dr. Steven Cook, Washington’ın AKP ve Erdoğan’a bakışını anlattı:

Washington Gezi’yle birlikte olanları geniş biçimde değerlendirmeye başladı. Artık Başbakanınızın buradaki şöhreti eskisi gibi hiç değil. Geçmişte kendisine bir çeşit saygı duyuruldu. Bence bu artık kalmadı. 

Başbakanınız Batı ve ABD’yi suçlarken hep Birinci Dünya Savaşı’ndan beri kapanmamış yaraları kaşıyor. Türk toplumuna da Türkiye bir zamanlar Batılı güçlerin tehdidi altındaydı, mesajını veriyor. 

Washington’ın önde gelen düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations’ın (CFR) üst düzey Ortadoğu uzmanı Dr. Steven Cook, “Başbakan Erdoğan’ın Washington’daki şöhreti hiç eskisi gibi değil. Geçmişte Erdoğan’a saygı duyulurdu. Bence bu artık kalmadı” diyor. AKP’nin hâlâ Türkiye’de güçlü ve rakipsiz olduğuna işaret eden Cook, hükümeti ve Erdoğan’ı şu sözlerle çok sert biçimde eleştiriyor: “AKP’nin yerel seçimlere kadar izlediği politika ve seçimlerde olanlar Erdoğan’ın karakteriyle ilgili soru işaretlerinin artmasına neden oldu.” Cook kanın gövdeyi götürdüğü Irak’la ilgili olarak da şu görüşlere yer veriyor: “Irak paramparça olmuştur. Bir daha da bir araya getirilemez.”
- IŞİD’in Suriye ve Irak’a dehşet salması, Musul’u ele geçirmesi, Musul’daki Türk Konsolosluğu personeli ve başka Türkleri rehin almasının bölgedeki yankıları ne olur? ABD nasıl bir tutum alır?
S.C.- Özellikle Irak’ın zorlu ve kanlı bölünmesi ABD ve müttefiklerinin bunu durdurmak için ellerinden gelen gücü seferber edecekleri anlamına gelmez. Leslie Gelb ve o zaman senatör olan şimdiki Başkan Yardımcısı Joe Biden, Mayıs 2006’da, Iraklıların hayrı ve orada sıkışıp kalan Amerikalıları kurtarmak için Irak’ın bölünmesi gerektiği yolunda ateşli bir tartışma başlatmışlardı. Irak o dönem çöküntünün eşiğinde görünüyordu.
Ancak Amerikan silahları ve gönüllü Iraklıların ABD’nin yanında yer almalarıyla ülke kurtulmuştu. Ancak bugün böyle bir “uyanış” ve Irak El Kaide’sine karşı çarpışacak Irak’ın evlatları ortada yok.
- Merkezi hükümet bu çözülmeyi engelleyecek güce sahip değil mi?
S.C.- Başbakan Maliki halkın bütün kesimlerini kucaklayabilseydi de ülkenin merkezden yönetilmesine karşı duranların yine de direnişleriyle karşılaşacaktı. Irak’ın temelsel sorunu bu. Ülkenin siyaset fiziği ne yazık ki Irak’ın bölünmesine baskı yapıyor.
Sadece Kürtler değil Anbar ve çevre bölgeleriyle Güney Bağdat’tan yönetilmek istemiyor. Bu direniş de Bağdat yöneticilerinin ülkeyi bir arada tutmak için dirençlerini arttırıyor. Bu tutum başkente olan tepkiyi daha da ateşliyor. Galiba Irak’ı Saddamvari acımasız bir politika bir arada tutabiliyordu. Amerikan kuvvetleri o korku sistemini yerle bir edince ülkenin çözülmesinin başlangıcının zemini hazırlandı.
Kürdistan, IŞİD’in işgali altında olan bölge ve Basra’yı yakın gelecekte çok zor zamanlar bekliyor. Irak’ın bölünmesi uzun süreli ve kanlı olacak. Bu kargaşa arasında ABD’nin kurtarıcı olarak yetişmesi için çağrılar yapılacak. İnsani yardım, insansız hava araçlarının ve savaş uçaklarının hava saldırıları, özel kuvvetlerin harekete geçirilmesi, siyasi pazarlıklar yapılması. Devreye BM temsilcilerinin sokulması önerileri gündeme gelecek ama hiçbiri etkili olmayacaktır. Irak paramparça olmuştur; bir daha da bir araya getirilemez.
- Peki, Türkiye’ye ve bölgeye ilginiz nasıl başladı?
S.C.- Bir kere Türkiye ve Türk olan her şeye derin bir hayranlık duyuyorum. Türkiye’ye ilgim yirmi yıldan fazla bir zaman önce başladı. Ekim, 1992’de sırt çantamla Türkiye’nin hemen hemen her yerini dolaştım. Öyle ki ABD’den çok Türkiye’yi biliyorum, diyebilirim.

İlişkilerin düzelmesi çok zor
Obama’yla Erdoğan’ın geçmişte çok iyi bir ilişkisi vardı. Ama Erdoğan’ın son bir yılda yaptıkları bu ilişkiyi ciddi biçimde zedeledi

- Türkiye ve Ortadoğu uzmanı olarak son gelişmelerin ışığında ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
S.C.- ABD’li yetkililer ikili ilişkileri geniş, derin ve karmaşık olarak tarif ediyor. Bence de bu tarif doğru gibi. Tarifin geniş ve derin bölümü Türkiye’nin ABD’nin stratejik ortağı olmasını anlatıyor. Bu sadece Ortadoğu değil aynı zamanda Rusya bağlamında da böyle.
Karmaşıklığa gelince... Bu siyasi değişim çağında pek çok Amerikalı dış siyaset uzmanınca, nüfusunun yüzde doksan dokuzu Müslüman olan, gelişen, liberalleşen, müreffeh bir ülke, parlayan bir örnek olarak görüldü. Ancak Başbakan Erdoğan’ın daha sonraki uygulamaları bu görüşlere gölge düşürdü. Şu anda başka bir partinin AKP’yi iktidardan düşüreceğini, AKP’nin de hükümet etme biçimini değiştireceğini sanmıyorum.
2002-2007 arası reform ve uzlaşma dönemiydi. AKP o dönem bunu ülke içindeki muhalefete rağmen yaptı. Ancak AKP’nin muhalifleri de kendi aralarında görüş ayrılığı içinde. Öte yandan AKP ve seçmenleri 10 yıldan fazladır kendi aralarında uyumlu bir blok oluşturdu.
- Erdoğan Türkiye’de, Gezi olayları dahil, kendince olumsuz gördüğü her olaydan Batı ve ABD’yi sorumlu tutuyor. Bu suçlamalar ikili ilişkileri nasıl etkiliyor?
S.C.- Bu soruyu Kongre’de pek çok kişi soruyor. Ama bu siyaseti sadece AKP izlemedi. Daha önceki hükümetler de benzer suçlamalar, eleştiriler getirmişti. Çoğu Türk siyasetçi hiçbir zaman ABD’yle ilişkilerin arkasında durmadı. Kendi iç siyaset çıkarları için bu ilişkiyi kötüye kullandılar.
Başbakanınız Batı ve ABD’yi suçlarken hep Birinci Dünya Savaşı’ndan beri kapanmamış yaraları kaşıyor. Türk toplumuna da mesajı şu oluyor: Türkiye bir zamanlar Batılı güçler tarafından tehdit altındaydı. Bu durum bugün de devam ediyor.
- Bu ifadeler Washington’ın Türkiye’ye bakışını nasıl etkiliyor?
S.C.- Geçmişte Washington’da pek çok kişi AKP’nin Türk siyasetinde bir üçüncü yolu temsil ettiğini düşünüyordu. Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül, AKP kadrolarından beklenti büyüktü. Daha sonra bu düşünce yavaş yavaş silinmeye başladı. Hele de son bir yıl içinde bir hayli silindi diyebilirim.
Gezi olaylarının birinci yıldönümünde şunu söyleyebilirim: Daha önce AKP’yi övenler eleştirmeye başladı. Kendimden söz edeyim. 2007’den sonra neler olup bittiğini görmeye başladım. Sanıyorum Washington’ın olayları geniş olarak değerlendirebilmesi Gezi olaylarının patlak vermesi sayesindedir. Başbakan Erdoğan’ın Washington’daki şöhreti de eskisi gibi hiç değil. Geçmişte Erdoğan’a karşı bir çeşit saygı duyulurdu. Bence bu artık kalmadı.
ABD hakkındaki komplo teorileri, faiz lobisi, siyonistlerin suçlanması adamın karakteriyle ilgili soru işaretleri uyandırdı. Geçen aralıkta o yolsuzluk skandallarının patlak vermesi, üstüne üstlük AKP’nin yerel seçimlere kadar izlediği politika ve seçimlerde olanlar Tayyip Erdoğan’ın karakteriyle ilgili soru işaretlerinin artmasına neden oldu.
- O nedenle mi Başkan Obama’yla Erdoğan arasında bir yıldır doğrudan görüşme olmuyor?
S.C.- O arada bir kere telefonda görüştüler. O görüşmeden sonra Beyaz Saray, o görüşmede konuşulanların Türk kamuoyuna doğru aktarılmadığı açıklamasını yaptı. Bu, her zaman olan bir şey değil.
- Erdoğan, Gülen’in iadesini istediğini Başkan Obama’nın da “Mesaj alınmıştır” dediğini söylemişti...
S.C.- Beyaz Saray bir telefon görüşmesinin içeriğiyle ilgili böyle bir düzeltme açıklaması yapıyorsa bu çok tuhaf bir durumdur. Şimdiye kadar böyle bir şey olduğunu hiç duymadım. Anlaşıldığı kadarıyla Türk hükümetinin bunu yapması açıkça Beyaz Saray’ı kızdırmıştı ki o açıklamayı yapma yoluna gitti.
Bir de Başkan Obama’nın West Point’teki konuşmasının bir paragrafı vardı. Orada Obama hem Mısır hem de Türkiye’den söz ediyordu. Obama’yla Erdoğan’ın geçmişte çok iyi bir ilişkisi vardı. Ama Erdoğan’ın son yıl yaptıkları bu ilişkiyi ciddi biçimde zedeledi. Ben Beyaz Saray’da çalışmıyorum ama tahmin edebilirim. Bir tarafta ABD Başkanı’nın güven duyduğu Başbakan Erdoğan var. O söylenenleri duyunca insan çok rahatsız olmaz mı? İlişki yeniden rayına oturur mu, bilmiyorum. Ama iki kere iki dört eder.

Ortaklar arasında çatışma çıkması kaçınılmazdı
- Erdoğan’ın, bir zamanlar koalisyon ortağı olan Gülen hareketiyle yollarını ayırmasını nasıl algılıyorsunuz?
S.C.- Bana göre AKP ve Gülen hareketi arasında bir çatışma çıkması kaçınılmazdı. Çünkü birinden biri zamanı gelince yollarını ayıracaktı. Bence artık Gülen hareketine ihtiyacı olmadığını düşünen AKP ilk adımı attı.
Başlangıçta belli ortak çıkarları vardı. Erdoğan ve Gülen, Türk siyasetinin önemli figürleri. Belli hedeflere ulaşmak için birbirlerine ihtiyaçları vardı. Daha sonra hedeflere ulaşılınca aralarındaki farklılıklar ve hırs çatışmalarının ortaya çıkacağı belliydi. Şimdi AKP birinci raundu kazanmış gibi görünüyor. Başbakan’ın bütün tehditleri, itip kakmalarına rağmen Gülen hareketi hâlâ orada. Evet, hareketin siyasi partisi yok. Ama hepimiz biliyoruz ki Gülen hareketi bürokrasinin içindeydi. Bürokrasi siyasi partiler için kritiktir. Refah Partisi de bürokraside güçlenmeye çalışmıştı. Bürokrasiyi kontrolü altına alan, kaynaklara sahip olur ve bundan elde ettiği geliri de yandaşlarına dağıtır.
O nedenle Erdoğan, Gülen hareketi unsurlarını bürokrasiden temizlemeye çalışıyor. Başarılı olur mu olmaz mı göreceğiz. Bana en ilginç gelen dünya basınında bu kavganın veriliş biçimi. Gülen hareketi basında hep iyi çocuk olarak yansıtıldı. Ama bana göre ne Gülenciler ne de AKP’liler doğru iş yaptı. Gülen hareketi içindeki arkadaşlarıma açıkça söyledim. İnsanların telefonlarını dinlemeler, o tapeler neyin nesi oluyor?
- Onların tepkisi ne oldu?
S.C.- O tapelerin, telefon dinlemelerinin kendileri tarafından kesinlikle yapılmadığını söylediler. Türk siyasetinin bu iki büyükleri Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kurumları kendi siyasi çıkarları için kullandılar. Hiç de doğru iş yapmadılar.

Fethullah Gülen’in iadesi şaşırtıcı olur
- Şimdi de Erdoğan, ABD’den Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesini istiyor. Bu olabilir mi?
S.C.- Bir kere Türk tarafı önce iade talebinde bulunmalıdır. Ama bu zor bir süreç olacak. Çünkü Gülen bir kere Türkiye’de kendisine açılan davadan beraat etmişti. Şimdi Gülen hakkında yeni bir dava açıldığını duydum. Ama bunun siyasi bir dava olduğu açıkça anlaşılıyor.
Bu koşullar altında iadesi zor olur gibime geliyor. Gülen’in ABD’de yaşıyor olmasının Türk toplumunda çelişkili bir durum olarak algılandığını biliyorum. Bana göre Gülen, Türkiye’den iyi amaçlarla kaçmıştır. ABD’de de iyi amaçlarla ikamet etmektedir. ABD’nin ajanı olduğunu düşünmüyorum. Başbakan Erdoğan sürekli Pennsylvania diyor. Pennsylvania derken de açıkça ABD’yi ima etmeye ve suçlamaya çalışıyor... Özetlemek gerekirse Gülen iade edilirse çok şaşıracağım.
- Bir de İsrail’le Türkiye arasında, Mavi Marmara olayından sonra diplomatik ilişkiler en alt düzeye indi. Erdoğan ilişkilerin bu düzeyde kalmasında ısrarlı görünüyor. Bu sorun sizce nasıl çözülür?
S.C.- Sanıyorum herkes çözümün nasıl olacağını biliyor. Ama burada bütün yanlışı Erdoğan ve AKP’de bularak haksızlık etmeyelim. Başkan Obama, İsrail’i ziyaret etmemiş olsaydı İsrail Başbakanı’nın Erdoğan’dan özür dileyebileceğini hiç sanmıyorum. Ayrıca böyle yapması İsrail’in çıkarına. Çünkü Türkiye’yle bu ilişkinin düzeyinin yükseltilmesini ister. Ayrıca ben eski Başbakan Olmert’in de suçu olduğuna inanıyorum.
Olmert, Erdoğan’ı anlamalı ve 2008 ve 2009’daki Gazze operasyonlarından önce bir şekilde gururunu okşayacak davranışlarda bulunmalıydı. Bu ve Mavi Marmara olayı Erdoğan’ın İsrail’e karşı tutumunu sertleştirmesine yol açtı.

PORTRE 
STEVEN COOK 
ABD’de Vassan College Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nü bitirdikten sonra yüksek lisans derecesini Johns Hopkins Üniversitesi Paul Nitze School of Advanced International Studies’den uluslararası ilişkiler dalında aldı. Pennsylvania Üniversitesi’nde siyaset bilimi doktorasını yaptı. Brookings Institution ve Institute of Turkish Studies adlı düşünce kuruluşlarında uzman olarak çalıştı. Yıllarca Ankara, Kahire, Şam, Kudüs ve Ramallah’ta yaşadı. Şu anda Council on Foreign Relations (CFR) adlı ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşunda üst düzey Ortadoğu uzmanı '6Flarak çalışıyor. İngilizce dışında Türkçe ve Arapça biliyor. ABD’de dış politika dergilerine makaleler yazıyor. Mısır ve Türkiye, Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki askeri darbeleri konu alan iki kitabı var.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları