Leyla Tavşanoğlu

Yapan bedeli öder

15 Haziran 2014 Pazar

Türkiye uzmanı Wertz’den Ankara’nın İslamcı dış siyasetine ağır eleştiriler:

Washington’da Türkiye’yi çok yakından izleyen Obama yönetimine yakın uzmanlardan birisi Prof. Michael Wertz. Wertz Musul’daki Türk Konsolosluğu’na IŞİD saldırısı ve konsolosluğun tüm görevlilerinin rehine alınmasını Ankara’nın bugüne kadar sürdürdüğü yanlış politikalara bağlıyor. Kafalara dank etti ama çok geç, demeye getiriyor. Ankara’nın Suriye politikasının ABD’nin ve NATO’nun çıkarlarını da tehdit ettiğine işaret eden Wertz, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle AKP hükümetini birbirinden ayırıyor. “Türkiye Batı ittifakına sıkı sıkıya bağlanmıştır. Bu hükümet bile bunu değiştiremez” diyor.
- Musul’un IŞİD’in eline geçmesi, bunun ardından da Türkiye’nin Musul Konsolosluğu’nun, Suriye muhalefeti içinde El Kaide’yle bağlantılı olan IŞİD tarafından işgal edilerek bütün konsolosluk personelinin rehin alınmasının sizce ne gibi etkileri ve yankıları olacaktır?
M.W.- Kuzey Irak’taki gelişmelerin çok önemli yankıları ve etkileri oldu. Türkiye, İslamcı grupların NATO’daki ortaklarını tehdit etmekle kalmayıp Türkiye’nin kendisini düşman olarak gördüklerini anlamakta çok geç kaldı. Musul’un düşmesi Türkiye ve ABD için Kürt gruplarla daha yakın güvenlik koordinasyonu kurmanın yaşamsal önemi olduğu anlamına gelmektedir.
- Türk-Amerikan ilişkilerinde son gelişmelerden birisi iki ülke arasında ekonomik, ticari ve güvenlik işbirliği alanlarında odaklanan American-Turkish Council’ın (ATC) üst yönetiminin Başbakan Erdoğan’ın isteği üzerine istifa etmesi oldu. Bu son gelişmenin ışığında ikili ilişkilerin yakın dönem geleceğini nasıl görüyorsunuz?
M.W.- İyi görmüyorum. ATC üst yönetiminin bu biçimde istifa etmesi son derece şaşırtıcı, beklenmedik bir gelişme. ATC Başkanı Büyükelçi James Holmes ve ekibinin istifasıyla Türk hükümetiyle Türk iş dünyası buradaki en önemli müttefiklerini kaybettiler. ATC kuruluşundan beri çok önemli kişilikleri bir araya getirdi. Yıllardır da bu başarılı çalışmayı devam ettirdi.
Bu işin nerede biteceği bilinmiyor. Hiç kuşkusuz bu gelişme özellikle ikili ticari ilişkileri zayıflatacaktır. Bu, bence yanlış yola doğru atılmış bir başka adımdır.
- 17 Mayıs 2013’te, Başbakan Erdoğan’ın Başkan Obama’yla Oval Ofis’te yaptığı son görüşmeden sonra ikili ilişkilerin iyice gerginleşmekte olduğu izlenimi var. Ne oldu da böyle oldu? Böyle olmasında Suriye çıkmazı ya da başka etkenlerin rolü var mı?
M.W.- Bir kere Suriye çıkmazı rol oynuyor. Kimileri Türk hükümetinin Suriye muhalefeti içindeki aşırı İslamcılara göz yumduğunu, kimileri ise yine Suriye muhalefeti içindeki Müslüman Kardeşler unsurlarına Türk hükümetinin doğrudan ve aktif olarak yardım ettiğini düşünüyor. Bu yapılanlar hiç kuşkusuz ne ABD’nin ne de NATO’nun çıkarına hizmet eder. Bu önde gelen bir sorun haline geldi. Sorun Başbakan Erdoğan’ın geçen yılki, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ondan sonraki ziyaretleri sırasında ele alındı. ABD yönetimi, Ulusal Güvenlik Danışmanı, Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakanı pozisyonlarını açıkça dile getirdiler. Ama Washington’da en az üç yıldır süregelen bir tartışma var.
Bu da Türkiye’de
insanların ifade özgürlüklerinin sınırlanması. Biliyorsunuz, ifade özgürlüğü ABD’nin sadece temel ilkelerinden değil, aynı zamanda da varlık nedenidir.
ABD’nin kurucuları İngiltere’den dinsel baskılar nedeniyle buraya göç ettiler. Dolayısıyla insanların siyasi inançlarını özgürce ifade edebilmeleri ABD tarihinin köklerine kazınmıştır. Müttefikimiz ülkelerden birinde bu ilkelerin tahrip edilmesi burada çok derin kaygılar yaratır.

AKP hükümeti temsilcilerinin ikili ilişkiler hakkında gerçekdışı, temelsiz hikâyeleri, özellikle komplo teorisine meraklı Türklere anlatmaları ne ülkelerine ne AB’ye ne de ABD’yle ilişkilere yarar sağlar. Bunu yapan bedelini öder.

Türkiye, İslamcı grupların NATO’daki ortaklarını tehdit etmekle kalmayıp Türkiye’nin kendisini düşman olarak gördüklerini anlamakta çok geç kaldı. Musul’un düşmesi Türkiye ve ABD için Kürt gruplarla daha yakın koordinasyon kurmanın yaşamsal önemi olduğu anlamına gelir.

AKP bile sizi Batı’dan koparamaz

Ankara’nın son dönemlerde izlediği politikalar güçlü, müreffeh bir Türkiye istemeyenlere bol bol malzeme verdi.
- NATO antlaşması derken aklıma şu soru geldi. Kasım 2013’te Türkiye, NATO’yu denetlemek amacını güden Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) diyalog üye olmaya karar verdi. NATO müttefiki olan Türkiye’nin böyle bir karar almasını çelişki olarak tanımlayabilir miyiz?
M.W.- Bu tabii ki çelişki. Türkiye’nin ŞİÖ’ye bu kategoride üye olmasından pek bir şey beklemediğimizi söyleyebilirim. Türkiye Batılı bir ülkedir; Avrupa gelenekleri köklerine sinmiştir. Türkiye Batı ittifakına sıkı sıkıya bağlanmıştır. Bu hükümetle bile bunun değişmeyeceğini sanıyorum. Hükümetinizin Çin, Rusya gibi ülkelerle güvenlik konularında daha yakın çalışmaya girmeyi seçmek istemesi sadece Washington’da değil, hem Türkiye destekçilerinde hem de Türkiye’den hoşlanmayan, onu AB’de görmek istemeyenleri de nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin Batı’nın iyi bir ortağı olamayacağını düşünmeye sevk ediyor. Dolayısıyla, güçlü, müreffeh bir Türkiye istemeyenlere AKP hükümeti bol bol malzeme verdi.
- İyi de insanlar Türkiye ve AKP hükümetini ayrı ayrı tutamıyorlar mı?
M.W.- Tabii ki ikisini ayrı tutuyorlar. Washington’da yönetimin, siyaset uzmanlarının, düşünce kuruluşlarının Türkiye’de neler olup bittiğini çok iyi bildiğini hiç kimse aklından çıkarmasın. Burada herkes Türkiye’de AKP hükümeti, muhalefet ve Türk toplumunun içindeki farklı eğilim gruplarını çok iyi biliyor. Türkiye çok çeşitli eğilimleri ve bir hayli de çelişkileri bünyesinde barındıran bir ülke. Öte yandan AKP seçilmiş bir hükümet; Türkiye’yi temsil ediyor. Dolayısıyla da izlediği politikalardan sorumlu. Yaptıklarının Batı ittifakına ve ABDTürkiye ilişkilerine zaman zaman yarar vermediğini de görmek zorunda.
- Erdoğan son zamanlarda Türkiye’de bütün olanlardan Batı ittifakı ve ABD’yi sorumlu tutuyor. Öyle ki hem ABD hem de Batı Türkiye için en büyük şeytanlar haline geldi. Bu duruma ne diyorsunuz?
M.W.- Başbakanınız, yıllar önce ABD’nin en deneyimli diplomatlarından birisi olan Büyükelçi Ricciardone’yi “acemi” diyerek aşağılamakla kalmadı, geçen yıl da daha beterini yaparak ABD yönetimi ve ABD Büyükelçisi’nin Türkiye’nin dış dünyadaki pozisyonunu küçük düşürmeye çalışan bir komplonun parçası olduklarını ima etti. Bunlar kesinlikle kabul edilebilir sözler değildir. Sadece kabul edilemez değil, bu sözler Türk ulusal güvenliği ve çıkarlarına da zarar verir.
AKP hükümeti temsilcilerinin ikili ilişkiler hakkında gerçek dışı, temelsiz hikâyeleri, özellikle komplo teorisine meraklı Türklere anlatmaları ne ülkelerine ne AB’yle ne de ABD’yle ilişkilere yarar sağlar. Bunu yapan bedelini öder. Yani tahrip edilen ilişkileri onarmak çok zor olur.
- İyi de, bütün Türkiye AKP demek değil ki. AKP’nin yaptıklarının bedelini neden bütün Türkiye ödesin?
M.W- Ben Türkiye’yi ya da AKP’yi cezalandırmak anlamında söylemedim tabii ki. Başbakanınız eğer Almanya’nın en önde gelen siyasetçilerinden Cem Özdemir’i kamuoyu önünde sert biçimde eleştirir, ertesi gün de Özdemir’in eşi sokakta saldırıya uğrarsa bu durum Washington’da büyük kaygılar yaratır. Başbakanınız Erdoğan’ın Köln’de yaptığı gibi eleştirilerini ifade eden seçilmiş
Alman milletvekilleri
ve Alman halkına hoş olmayan sözler söylemesi anlaşılan Berlin’deki Türkler arasında seçilmiş Alman politikacıları tehdit etmeye yeşil ışık olarak algılanmıştır. Bu da inanılmaz bir durumdur. Alman hükümetinin Berlin’deki Türk Büyükelçisi’ni konuyla ilgili olarak (Hüseyin Avni Karslıoğlu) Dışişleri Bakanlığı’na çağırması da şimdiye kadar yaşanmamış bir olaydır. Bütün bu olanlar Alman olsun, Fransız olsun, ABD’li olsun artık hiçbir siyaside yardıma ihtiyaç duyarsa Türkiye’nin yardımına koşmak gibi bir istek uyandırmayacaktır.

Hükümetiniz sorundan besleniyor
- Erdoğan’ın, Türkiye’deki protesto gösterilerinde aşırı şiddet kullanan polis hakkında, “Polisler nasıl kendilerini tutabiliyorlar şaşırıyorum” demesini nasıl karşıladınız?
M.W.- İç meselelerini Türklerin kendilerinin çözmeleri lazım. İçişlerinize karışmak ne bizim görevimiz ne de çıkarımıza hizmet eder. Türk toplumu hâlâ demokratik bir biçimde yönetiliyor. Hâlâ özgürce oy verilen seçimler yapılıyor. İfade özgürlüğü sınırlansa da sosyal medya ve bir kısım basında yine özgürce yazılmış haber ve yazılar yayımlanıyor.
Hâlâ Türkiye’de özgür tartışma ortamlarının bulunması önemli. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili gayet canlı tartışmaların devam ettiğini biliyorum. Dışardan bakan bir gözlemci olarak soruyorum: Acaba gösterileri engellemek için yüzlerce polisi ve TOMA’ları İstanbul’a yığmak akıllı bir iş midir? Bence değil. Ama bu Türk hükümetinin aldığı bir karar. Dışardan bakıldığı zaman da bunun yatıştırmak yerine sorunları tırmandırma politikası olduğu izlenimi uyanıyor.

Gülen’in iadesi söz konusu değil
- Erdoğan zaman zaman Fethullah Gülen’in ABD’den iadesinin isteneceği mesajları veriyor. Sizce ABD Gülen’i Türkiye’ye gönderir mi?
M.W.- Başkan Obama’yla başbakanınız arasındaki telefon görüşmesiyle ilgili farklı haberler yer aldı. ABD yönetiminin bu konudaki tutumu gayet net. Türk hükümeti Gülen’le ilgili somut veriler gönderirse ilgili makamlar bunları inceler. Fethullah Gülen ABD’de daimi ikamet hakkına sahip bir kişi. Zaten yıllardır da burada yaşıyor.
Onun Türkiye’ye geri verilmesi olasılığı görünmüyor. ABD, kendisine sığınan kişilerin haklarını sonuna kadar gözetir. Tek bir kişiyle ilgili tartışmalar yüzünden kafamız karışmamalı. Bunun yerine ikili ilişkilerde olanbitene odaklanmalıyız. Buna ek olarak Türkiye’de olanbiteni yakından izlemeliyiz. Şu sıralar sadece Gülen hareketi değil, hedefe oturtulan gazeteciler, kimi Kürtler ve sol siyaset unsurlarına yönelik bir cadı avı başlatıldığını görüyoruz. Bence Başbakan Erdoğan’la Fethullah Gülen arasındaki çatışmayı kişisel olarak görmemeliyiz. Bu çatışma çok daha karmaşık.

Telefon görüşmesi doğru duyurulmadı
- Demin Başkan Obama’yla Başbakan Erdoğan arasındaki telefon görüşmesine değindiniz. Bizdeki yandaş medyada Başkan Obama’nın, Gülen’in iadesi isteğine “Mesaj alınmıştır” dediği iddia edildi ama Amerikan tarafı bunu hemen yalanladı. İşin aslı nedir sizce?
M.W.- Bizim tarafımızdan Başkan’ın söylediklerinin yanlış anlaşılması diye bir durum söz konusu değil. Çünkü Başkan’ın söyledikleri söylemediklerinden çok daha açıktı. Başkan’ın bir başka ülkenin lideriyle yaptığı konuşma hakkında Beyaz Saray’ın düzeltme açıklaması yapması alışılmışın dışında. Türkiye’de yayılan bilgilerin doğru olmadığı da açıktır. Tabii ki bu çok talihsiz bir durum. Üstelik bunu yapmak tabii ki karşı tarafa güven vermez.
- Elli küsur yıl sonra bir ABD Başkan Yardımcısı, yani Joe Biden ilk kez Kıbrıs’ı ziyaret etti. Bu ziyaret ne anlama geliyor sizce?
Başkan Yardımcısı Biden bir çözüme varılması için belli bir momentum ve dinamik yaratmak üzere adaya gitti. Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye ekonomik ve siyasi maliyeti de göz önünde tutulmalı. Bence ABD yönetimi bir çözüm için elinden geleni yapmaya hazırdır.

P O R T R E

MICHAEL WERTZ
Almanya’da Frankfurt Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Profesör unvanını aldıktan sonra Hannover Üniversitesi’nde dersler verdi.
Washington’da
Georgetown Üniversitesi’nde Alman ve Avrupa Araştırmalar Merkezi’nde öğretim üyesi.
ABD’nin önde gelen
düşünce kuruluşlarından German Marshall Fund’da Atlantik ötesi dış politika ve AB’yle ilgili araştırmalar yaptı.
ABD Ulusal Güvenlik Grubu üyesi sıfatıyla Obama yönetimine yakın düşünce kuruluşu Center for American Progress’de üst düzey uzman olarak iklim değişiklikleri, göç ve güvenlik konularına odaklanarak özellikle Türkiye, Meksika ve Brezilya gibi gelişmekte olan demokrasiler üzerine çalışıyor.   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları