Başta İzmir ve çevresinde olmak üzere, Ege bölgemizde ve ülkenin birçok yerinde ardı ardına orman yangınları çıkıyor. Bu yangınlarda maddi manevi önemli kayıplar meydana geliyor. Çok geniş orman ve alanları zarar görüyor.
Bu gelişmelerin temelinde elbette öncelikle iklim krizi var. Olağanüstü sıcaklık artışları, ekosistemi zorluyor. Tarımsal gıda üretimi başta olmak üzere birçok ekonomik faaliyet, bu gelişmelerden olumsuz etkileniyor. İnsanlar ve canlılar için hayat her geçen gün daha da zorlaşıyor.

İKLİM VE MADEN YASASI
İçinde bulunduğumuz dönem, orman yangınları riskinin ve susuzluk tehlikesinin arttığı bir dönem. Özellikle Ege ve Akdeniz çanağında sıcaklıklar tırmanıyor. Geçtiğimiz hafta sonu İzmir ve çevresinde meydana gelen yangınlar, tehlikenin büyüklüğünü bir kez daha gösterdi.
İşte tam da bu sırada TBMM’nin gündeminde iklim ve madenciliğin önünü açan yasalar vardı. Zeytin alanlarının gözden çıkarılmasına kamuoyunda gösterilen olağanüstü tepki nedeniyle, görüşmelerde iklim yasasına öncelik verildi. Ancak hemen ardından da maden yasasının genel kurula indirileceği anlaşılıyor.
ORTAK YAKLAŞIM
Aslında bütün bu yasa girişimlerinde, kıyı işgallerinde ve kıyıların iş çevrelerinin kullanımına açılmasında; ortak bir yaklaşım var. Rant ve çıkar odaklı yaklaşımlar belirleyici oluyor. Hep bu çevrelerin lobiciliği ve talepleri dikkate alınıyor. Çıkarılmak istenen yeni yasalar, torba kanun tekliflerinin içine atılan maddeler ve bu doğrultuda yapılan yönetmelik değişiklikleri; hep bu çevrelerin çıkarlarına hizmet ediyor.
Oysa iklim yasasının, zeytinciliği tahrip edecek kanunun ve ilgili yönetmeliklerin, kamucu bir anlayışla ele alınmasını isteyenler de var. Ormanlarımızın, zeytinlik alanlarımızın, doğamızın, toprağımızın, ağacımızın korunmasını, bunun öncelikli olmasını talep ediyorlar.
TEHLİKENİN FARKINDA OLMAK
Ekolojiyi, doğal yaşamı, çevreyi, tarımı önemseyenler, iklim ve susuzluk konusundaki tehlikelere dikkat çekiyorlar. Başta ilgililer ve yetkililer olmak üzere, herkesin tehlikenin farkına varmasını istiyorlar. Bunun için her türlü zorluğa ve baskıya karşın seslerini yükseltiyorlar. Toplumsal bilincin ve vicdanın harekete geçmesini bekliyorlar.
Ekosistemdeki olumsuz gelişmelerin ayırdında olan bizler de bu konuları sürekli gündeme taşımaya çalışıyoruz. Toplumcu bir anlayışla ve kamucu bir gözle bu konulara bakılması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer böyle olmazsa, gelecek kuşaklar daha büyük sıkıntı çekecekler. O nedenle ekolojik sistemdeki alarm zillerini herkes duymasını ve yüreğinde duyumsamasını istiyoruz. Bu aynı zamanda bir yurtseverlik görevidir ve doğaseverlik sorumluluğudur. Başta yönetenler ve politikacılar olmak üzere, hepimiz geleceğe karşı sorumluyuz.
***
Hazırlıklı olmadığımız, acı biçimde görüldü
Yaz sezonu yaklaşırken, ilgilileri ve yetkilileri orman yangınları konusunda uyarmıştık. 16 Mayıs günlü Ege ekimizde; yangın mevsiminin yaklaştığına dikkat çekerek, ‘Orman yangınlarına hazırlıklı mıyız?’ diyerek sormuştuk. Maalesef yeterince hazırlıklı olunmadığını, son günlerde yaşananlar bize acı biçimde gösterdi.

Geçen haftaki Ege ekimizde de, Yusuf Körükmez arkadaşımızın ‘Yeşil Vatan’ yok oluyor!’ başlıklı manşet haberinde; Tarım Orman-İş Onursal Başkanı Şükrü Durmuş’un “Getirdikleri helikopterler çok düşük kapasiteli. Geçen yılki sıkıntılar devam edecek. Yangınların daha yıkıcı olacağı çok açık’ ifadeleri yer almıştı. Aslında bütün bu uyarılar, yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü ve önemini gösteriyordu.
DERS ÇIKARMAK
Önceki yaz sezonlarında yaşanan orman yangınlarından gerekli derslerin çıkarılmadığı anlaşılıyor. Özellikle geçen yıl İzmir Yamanlar’da ve Kuşadası-Selçuk bölgesindeki yangınların tahribatı ve yıkımları, belleklerimizde ve yüreklerimizde derin izler bırakmıştı.
Haftasonu İzmir ve Manisa’da yaşanan orman yangınlarını görünce, doğrusu yüreklerimiz bir kez daha dağlandı! Çeşme, Ödemiş, Seferihisar, Menderes, Gaziemir, Çiğli, Bornova, Aliağa ve Akhisar’daki yangınlarda çok geniş alanlar yandı. Özellikle Seferihisar’da birçok konut ve doğadaki canlılar zarar gördü.
YAŞANANLARI UNUTMAMAK
Aslında yaşananları unutmamak ve acılardan ders çıkarmak gerekiyor. Cumhuriyetin kurumu THK çökertilirken, özellikle gece görüşlü uçak ve helikopter filosunun, gereğince ve yeterince oluşturulamaması önemli bir sıkıntı yaratıyor. Kiralama yöntemiyle, adeta ‘taşıma suyla değirmen döndürülmeye’ çalışılıyor.
Oysa bulunduğumuz coğrafya ve yaşanan iklim koşulları, önümüzdeki süreçte tehlikenin daha da büyüyeceğini gösteriyor. Bu risklere uygun ölçüde bir hazırlık yapılması ve donanım oluşturulması konuları öne çıkıyor. Ayrıca, elbette insanımızın da, bu konuda bilincinin ve duyarlılığının artırılması gerekiyor.
***
Madımak unutulmayacak
Yıllardır her 2 Temmuz’da yüreklerimiz kanıyor! Belleğimizde, bilincimizde ve gönüllerimizde adeta siyah karanfiller açıyor! 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak’ta yakılarak katledilen 33 aydınımızı anıyoruz. Aynı zamanda belleğimizde o dönemin anıları canlanıyor...

1990’lı yıllarda Tariş Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevini yürütüyorduk. Aynı zamanda düşün ve kültür çevrelerinin de içindeydik. O günü hiç unutamıyorum. 32 yıl önce, 2 Temmuz 1993 günü, Aydın’ın İncirliova ilçesinde ‘Tariş’in 80. yaşını kutlama’ etkinliğimiz vardı. Tariş ve İncirliova Belediyesi işbirliği ile kent meydanında yapılan etkinlik sırasında ilk duyumlar gelmeye başladı.
O yıllarda cep telefonu ve internet yoktu. Radyo ve televizyon haberlerinden yaşananları öğrenmeye çalışıyorduk. İzmir’den yazar dostlarımızın da olduğunu düşünüyor ama tam olarak isimleri bilmiyorduk. Sonradan İzmir’den yakın dostlarımız Hidayet Karakuş ile Aydoğan Yavaşlı’nın da orada bulunduğunu öğrenecektik.
O gün ve sonrasındaki günlerde yaşanan acı travmanın etkileri, bu ülkenin tüm ilerici yurtsever insanlarında olduğu gibi bizde de derin izler bıraktı. Karanlığın koyulaşarak sürdüğü günümüzde de, aydınlıktan yana olanlar Madımak’ta yaşananları unutmaz, unutamaz. Biz de unutmuyoruz. 32 yıl önce yakılarak katledilen aydınlarımızı, her daim saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
***
İZMİR SEVDALISIYDI
İzmir’in değerli isimlerinden, gazeteci dostumuz Gürol Tulunay’ı kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. O hem bir gönül insanı ve hem de İzmir sevdalısıydı. Uzun yıllar yaşadığı Urla ve Balçova başta olmak üzere, özellikle Yarımada’nın tarihine ve kültürüne odaklanmıştı.
Geçmişte bulunduğu aktif görevlerde ve gazetecilik-yazın alanında, hep İzmir’i düşündü ve İzmir’i yazdı. Tam anlamıyla dikkatli bir kent gözlemcisiydi. Kentin her yerinde saptadığı eksiklikleri ve aksaklıkları, çözümleriyle birlikte yazardı. Bir anlamda gönüllü kent danışmanıydı.
Biz de bu değerli dostumuzu ve meslektaşımızı kaybetmenin derin üzüntüsünü, yüreğimizin derinliklerinde duyumsuyoruz. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.