Hayatımdaki acı olayları yazmaktan hep kaçındım. Ama öyle şeyler var ki kaçamıyorsun. Hale’nin gözlerimin önünde küçücük yaşta ölmesi hiç aklımdan çıkmıyor. Yan komşumuzun ikizleri vardı. Hale ve Haluk. Hale mahallenin sevgilisi idi. Dört yaşında sanki yaşlı biri gibi bilgiç konuşurdu. Tatlıların tatlısıydı. Bütün mahalle tapardı Hale’ye. Çok şirindi. Haluk sessizdi. Onun adına hep Hale konuşurdu. Hiç susmazdı. Annemle evden çıktık, bir yere gideceğiz. “Küüüt” diye bir ses geldi yan taraftan. Hale balkondan düştü. Yerde yatıyor. Kan var. Annem fenalaştı, ben kötü oldum. Bağırdım, “Hale düştüüü” diye. Hemen annesi, halası indiler kapının önüne. Cansız gibiydi. Hepimiz şoktaydık. Hale’yi hastaneye kaldırdılar. Kurtarılamadı. Minicik yaşında, o mahallenin sevgilisi minik Hale aramızdan uçtu gitti. Bu acı olayı yıllarca unutamadım. Belleğimde hep iç sızı olarak kaldı. Bunu neden yazdığıma gelince, beynimin içinde gezinir durur bu olay. Unutamam. Def etmek isterim, çat kapı gelir takılıverir aklımın ucuna. Hale melek oldu, dediler. Keşke insan olarak kalsaydı.
ANNEANNEM
Anneannem çok yaşlanmıştı artık. 89 yaşındaydı ve onu tuvalete ben götürüyordum. Bir gün sofradayım, yemek yiyorum. Anneannem, “Evladım beni helaya götürür müsün” dedi. “Anneanne, yemek yiyorum sırası mı şimdi” deyiverdim. Demez olaydım. Altmış yıldan fazla geçmiştir bu olay olalı. İçimde ukdedir. Acaba anneannem bana hakkını helal etmiş midir? Çünkü onu çok severdim. Ben de onun gözdesiydim. Annem, ablam komşuya gittiklerinde ikimiz kalırdık evde. Sohbet eder, konuşurduk. Anneanneme sorular sorardım. O sürekli Kuran okurdu. Bir de doksan dokuzluk tespihi vardı. Hep “Suphanallah, suphanallah” diye sesli tespih çekişini hatırlarım. Bembeyaz saçları yemenisinin altından görünürdü. Eğer eve erkek misafir gelmişse o saçları da göremezdiniz. Kocası denizci yüzbaşı iken (yani dedem) Midilli gemisinde ölmüş. Sanırım gemi uzak seferdeymiş ve cesedini denize atmışlar. Böyle şeyler duymuştum ama tam değil. Dedemi hiç görmedim, bu olay bende son derece fludur. Ama mezarı olsa en azından annem ziyaretine giderdi. Bu mesele evde hiç konuşulmadı.
BU DA GEÇER
Bir Türk filmi izlemiştim. Bir sahnesinde adam Perihan Savaş’a şöyle demişti: “İntihar edersen seni öldürürüm.” Hangi film bu hatırlamıyorum. Perihan’a sorsam hatırlar mı acaba? Çok güzel bir replikti yahu. Bir ara böyle şeyleri biriktiriyordum yazıp yazıp. Bu da bunlardan biri işte. “İntihar edersen seni öldürürüm.” Ben hemen her gün bir Türk filmi izliyorum. Seviyorum. Çoğunda oynamışım. Gerçi benim filmlerim yayımlanmıyor ama arada bir telefon geliyor: “Falanca kanalda filmin oynuyor, izle” diye. Bakıyorum, o kanal bende yok. Neyse, bir gün oynatırlar yine. 12 Eylül’de olmuştu. Gazeteye sayfa yapıyoruz Kandemir’le. Fotoroman diye Perran’la yaptığımız komiklikler var. Onu kaldırmışlardı. Boş ver. Bu da geçer.
***
- Oğlum karnen nerede?
- Bir arkadaşıma verdim. Babasını korkutacak.
İlkokulda karnem hep pekiyi gelirdi. Annem babam çok mutlu olurlardı. Ortaokula geçince işin içine tiyatro girdi ve karnenin rengi değişti. Durmadan sınıfta kalıyorum. Çünkü önce Reşat Nuri Güntekin’in Babür Şah’ın Seccadesi adlı oyununu sahneye koyup başrolünü oynadım. O iş sükse yapınca bir de kendim oyun yazdım. Ertesi yıl onu oynadım. Derken dersler falan unutuldu. Çaktım. Sınıfta kaldığım gece Malta Madalyon Sineması’nda harika bir film oynuyordu. Arkadaşlarla izlemeye gittim. Dönüşüm hiç hoş olmadı. Babama gitmiş haber. Sınıfta kalmamın mükafatı olarak sinemaya gitmem babama çok dokunmuş. Çekti beni kenara. İlk kez sert çıktı: “Ne yapmak istiyorsun sen?” “Baba, ben tiyatrocu olmak istiyorum” dedim. “Okumayan adamdan tiyatrocu olmaz. Hepsi benim arkadaşlarım. Ellerinden kitap düşmüyor. Sen nasıl tiyatrocu olacaksın?” Bunu hiç unutmuyorum. Doğru ya. O kadar koca koca eserleri okuyup ezberliyorlar. Yılda kaç oyunda oynuyorlar. Ayrıca gerçekten de kitap okuyorlar. O yıl okulu çok iyi derece ile bitirdim. Çünkü babam bana söz verdi. “Okulu bitir, seni kendim götürüp yazdıracağım Şehir Tiyatrosu’na.” Ben okulu bitirdim. Babam sözünü tuttu. Veee bugünlere geldik. Ama babam yok.
FIKRA
Çok sevdiğim bir fıkradır.
Aklıma geldi.
Bir politikacımız İsviçre’ye gitmiş. Bir sohbette demiş ki: “Yahu İsviçre’de deniz yok Deniz Bakanlığı var.”
Biri yanıt vermiş:
“Sizde de Adalet Bakanlığı var.”
TAKSİM
“Taksim’e Fatma Hanım’ın yönlendirmesiyle mi gittiniz, yoksa kendi iradenizle mi?”
Bana biri kazara böyle bir soru sorsa, küçükken Karagümrük’te öğrendiğim ne kadar kibar sözcük varsa, üst üste sıralarım. Benim kendi fikrim, kendi kişiliğim yok mu ki sen bana böyle bir soru sorma cesaretini kendinde buluyorsun?
Dünkü köşe atışı şöyle olacaktı: Korkanların korkuttuğunu biliyordum ama bu kadar korkak oldukları aklıma gelmezdi. Bence korkutmak da koktu artık.
Atatürk diyor ki: Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden; “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller ister.