Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Geççek mi?

20 Şubat 2022 Pazar

Tarkan’la konuşmak kaleydoskop bir dürbünden içeri bakmaya benziyor” diye not etmişim onunla 1995 Şubat’ında gerçekleştirdiğim bir röportajın başında: 

Renkler kırılıyor, ayrılıyor, çoğalıyor, bir araya gelip patlıyor, sonra parça parça olup yeniden dağılıyor.

Yolun çok başındaydı. “Kış Güneşi”, “Unutmamalı”, “Aacayipsin” şarkıları henüz yeni ünlenmişti. 

Tarkan’la röportaj komutunu yazı işlerinden değil annemden almıştım: “TV’de gördüğüm yeni bir çocuk var. Çok farklı. Bak göreceksin çok meşhur olacak!” diye beni yönlendirmişti.

Annemin bir pop şarkıcısına gösterdiği bu sıra dışı ilginin hürmetine, Pera Palas’ta yaptığımız söyleşinin yolunu tutmuştum. 

Tarkan gerçekten de bir kaleydoskop dürbünü gibiydi. 

Gencecikti. İnsana hemen geçen bir canlılığı ve enerjisi vardı. 

Mücevher gibi ışıldayan güzel gözlerinde gelecek düşlerinin tüm coşkusu ve pırıltısı seziliyordu. 

İyi bir popçu olmak için ne gerekir?” diye sorduğumda; “Duyguyu aktarmayı bilmek çok önemli” demişti: “Sesin yanında çok şey lazım. Karizma her şeyi alıp götürüyor.”

İleriye dönük projelerini “Dünyaya şarkı söylemek istiyorum” diye özetlemişti: “Sting gibi olmak istiyorum. Sting’in fanatik hayranıyım.

GÜNÜN RUHU YASAKLAR 

Geççek” fırtınası sürerken bunları düşündüm ve “olmuş!” dedim kendi kendime: “Tarkan zamanında rol model bellediği Sting’in  Türkiye versiyonu olmayı pekala başarmış!

Neydi Sting’i Sting yapan? 

80’li-90’lı yıllarda insan hakları başta olmak üzere sosyal konularada sergilediği örnek duyarlılığı.

O dönemde Sting, büyük bir yenilik olan “Live Aid” konserleri vermiş, Uluslararası Af Örgütü işbirliği ile “İnsan Hakları” için özel turneler düzenlemiş, Brezilya’nın yağmur ormanlarına destekle hep gündeme gelmişti. 

 Bugün Tarkan’ın da Türkiye de çizdiği profil farklı mı? 

Allianoi’un, Hasankeyf’in sular altında kalmasına, Kaz Dağı ormanlarının yok edilmesine, Zeytin Ağaçları kıyımına her daim karşı duran, tarikat yurtlarında taciz, “kadına şiddet” gibi konularda tepki gösteren bir sanatçı o.

Bunları “Tarkan kim? Siyasi mesaj vermek kim?” diyenler için hatırlatıyorum.

YouTube’da “Geççek” tıklama rekorları kırar kırmaz ortalığa komplo teorileri saçıldı, şarkı CHP’den mi, HDP’den mi yoksa Pensilvanya’dan mı ısmarlandı spekülasyonları yapıldı. 

Derken “Türkçeciler” sahne aldı. 

Laiklik”,“demokrasi” gibi en baba sözcüklerin kafa göz yararak kullanılmasına hiç itiraz etmeyen çevreler, bir anda “geççek”in imlasına takıldılar...

Akabinde RTÜK üyesi İlhan Taşçı’dan, “RTÜK (şarkıyı yasaklamak için) saraydan işaret bekliyor!” uyarısı geldi. 

Taşçı, gerçekte “Havva” ve “atasözü” krizinden sonra ülkeyi teslim alan  büyük yasaklar iklimine ve “zeitgeist”e  tercüman olmaktaydı.  

Şimdi acaba bu da “kara liste”ye alınıp yasaklanır mıydı?  

Sosyal medyada “Geççek”e gösterilen olağanüstü ilginin başlıbaşına bir nedeni de buydu: 

Yasaklanmadan önce dinleyebildiğiniz kadar dinleyin” deniyordu gönderilen mesajların pek çoğunda... 

İNKIRAZ

Şarkı sözcüklerinin avlandığı, atasözlerinin mimlendiği bu çok boğucu ortam giderek bana Abdülhamit sansürünü hatırlatıyor. 

Abdülhamit döneminin malum yasaklı ifadeleri, sözcükleri vardı. 

Abdülhamit’in burnunu hatırlattığı için örneğin “burun” tabuydu. 

Tahtı kurusun” şeklinde anlaşılabileceğinden “tahtakurusu” sözcüğünden sakınmak, “hasta adam”ı çağrıştırdığından “hasta” sözcüğünden imtina etmek gerekmekteydi. 

Dilden sürgün edilen en vurucu sözcüklerden biri bu meyanda inkıraz olmuştu. 

İnkıraz “çöküş” demek. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü” çağrıştırdığından bu sözcüğe de kalın bir çarpı çekiliyor ve devre dışı bırakılıyor. Kullanım dışına atılarak böylece gerçekliği yok varsayılıyor. 

Tıpkı bugün “geççek”, “gitçek” tahayyülünü yok saymak adına bir bir bu sözcüklere bilenmek gibi.. 

Tarkan “gitçek” demezsse hep orada kalacak, hiç gitmeyecekler. 

Abdülhamit sansürü üzerinde okuduğum en ilginç değerlendirmelerden birini Paris’te Centre National de la Recherche Scientifique’den François Georgeon yapıyor.

XX. yüzyıl başında “Yasak kelimeler” başlıklı çarpıcı yazısında politik çağrışımlı kelimelerin cımbızlanarak ayıklanması için Georgeon özetle: 

1. İktidarın kelimeler üzerinde de iktidar kurduğunu, böylece kelimelerin 

iktidarın müdahale alanına dönüştüğünü, kelime dağarcığının “hükümdara ait haklar” arasına girdiğini söylüyor. 

2. Politik çağrışım içeren kelimelerin sansürlenmesiyle iktidar çevresi

dışında politika yapılmasının ve düşünülmesinin, mevcut iktidar yerine bir başkasının ikamesinin akıldan dahi geçirilmesinin engellenmek istendiğini belirtiyor. 

3.Şiddete başvurmaksızın kelimeler yasaklanamayacağından 

bunun ciddi bir “şiddet” unsuru olduğunu ifade ediyor.

Bir küsur asırdan bu yana acaba bir arpa boyu yol kat etmedik mi?

Geççek mi? Ne dersiniz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Belle Époque’ bitti 8 Aralık 2024
Trump, Musk ve Zweig 1 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları