Çok farklı bir dönemden geçiyoruz. Bir yanıyla yaşam tüm sıradanlığı ile devam ediyor. Doğumlar, evlilikler, taşınmalar, tayinler, borç altına girenler, gelecek planları vs. Ama bir yanıyla biraz havayı kokladığınızda çok büyük değişimlerin, altüst oluşların eşiğinde bir Türkiye… Kimi önemli farklarına rağmen, birçok yönüyle mütareke döneminin İstanbul’u gibi.
Dünya da küresel ısınmayla, yapay zekâyla, tüketim çılgınlığının içinde kendilerini özgür zannederek köleleşen insanlar ile büyük bir dönüşümün eşiğinde ama bugünün Türkiye’sinde bu konular lüks kaldığı gibi yazımızın konusu da değil.
GELİNEN NOKTA
Küreselleşme rüzgârına eşlik eden 12 Eylül faşist darbesi ile başlayan çürüme, Özal döneminde ivme kazandıktan sonra son 23 yılda vahşi kapitalizm ile büyük bir hevesle bütünleşen siyasal İslamcı AKP iktidarı döneminde zirveye çıkmış durumda.
Cumhuriyetin kurucu felsefesi, kurumları, ilkeleri, sosyal adalet hedefi büyük oranda tasfiye edildi. Parasız sağlık/eğitim terk edilip geniş çapta özel sektörün kâr hırsına teslim edildi. Devlet okullarında eğitim almak isteyenleri, dinselleştirilmişmuhafazakâr bir eğitim bekliyor. Laiklik deseniz, yalnızca bizim gibi dinozorların (!) savunduğu, artık kâğıt üstündeki niteliğine de son verilmek istenen tatlı bir hayalden ibaret. Bazılarının sandığının aksine küresel emperyalizmin hiç de umursamadığı biçimde, siyasal İslamcı iktidar Türkiye’nin doğrultusunu, çağdaşlaşmadan Ortadoğu bataklığına ve ortaçağın zihniyetindeki dünyaya çevirmiş.
Yurttaşların kendilerini güvende hissetmelerini sağlayan hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı rafa bile değil tavan arasına kaldırılıp tozlanmış, yargı organı hızlı otoriterleşen rejimin bir aygıtı olarak kullanılıyor. Bırakın siyasi davaları, yurttaşlar en ufak hukuksal uyuşmazlıklarda bile kendilerini güvende hissetmiyor. Sağlıksız bir Batı hayranlığı içindeki kesimlerin düşündüğünün aksine, kendi çıkarlarına uygun olduğu sürece bu durum da küresel emperyalizmin umurunda değil.
Cumhuriyet Devrimi’nin eşitlik ve sosyal adalet hedefi yerle bir olmuş, derin ve iç acıtıcı bir yoksulluk gelir dağılımında adaletsizliğin Cumhuriyet tarihinin en kötü noktasında olduğunu gösteriyor.
Özellikle 2010 ve 2017 anayasa değişiklikleri ile hükümet sistemi değil rejim değişmiş, lider-parti-devlet bütünleşmesi ile otoriterleşen ülkemizde denge ve denetleme mekanizmaları devre dışı kalmış.
CUMHURİYET DEVRİMİNİN BİRLEŞTİRİCİLİĞİ
Cumhuriyet devrimi kurumları ile birlikte büyük oranda tahrip edilip işlevsiz kılınmasına rağmen, kurucu lider Atatürk’ün muhalif kitlelerin birleştiği sembol olması, Cumhuriyetçi birikimin kamuda olmasa da toplumsal ve kitlesel ölçekte yerleştiğini, devam ettiğini gösteriyor. Yıllardır işaret ettiğimiz gibi, Cumhuriyet mitingleri ve Gezi direnişi döneminde de net olarak ortaya çıkan, muhalif kesimlerin Cumhuriyet devrimi ve Atatürk üzerinde birleşmeleri olgusu, muhalefet tarafından bugüne kadar net biçimde anlaşılamadı. Bu kitleler uzun yıllar siyaseten tam olarak temsil edildiklerini hissetmediler.
Son olarak 19 Mart’taki Erdoğan karşısındaki en güçlü cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile ortaya çıkan kitle muhalefetinde de temel birleştirici niteliğin Cumhuriyet Devrimi ve Atatürk olduğunu görüyoruz.
Suriye’deki gelişmeler, Esad rejiminin devrilmesi, Suriye’nin kuzeyindeki fiili oluşuma koşut ve belirsizlikleriyle devam eden yeni açılım süreci başka bir yanıyla da siyasal İslamcı iktidarın gelişen muhalefete karşı, etnik düzlemde siyaset yapan bölücü-Kürtçü hareketin de içinde olduğu Cumhuriyet Devrimi karşıtı bir ittifak peşinde olduğunu gösteriyor, bu yeni ittifak için önemli bir mesafe alınmış durumda.
Dış gelişmelerin Cumhuriyet Devrimi karşıtı ittifakın lehinde olduğu düşünülürse, muhalif kesimlerin Cumhuriyet Devrimi odaklı bir siyaset stratejisi belirlemeleri tarihsel bir zorunluluktur. Bu kapsamda TKP’nin Cumhuriyet devrimi merkezli muhalif odak oluşturmayı amaçlayan siyasal çıkışları son derece önemlidir.
Atatürk’ün -Sırrı Süreyya Önder’in avans söyleminin aksineemperyalizmden söke söke aldığı bağımsızlığı perçinlediği Cumhuriyet Devrimi’nden 100 yıl sonra, Cumhuriyetçi birikime sahip kitleler, devrim kazanımlarını da içererek geleceğe yönelen bir siyaset arıyor.