Kanal İstanbul projesi hakkında daha önce bu sütunlarda yazdığım (10 Mayıs 2021 ve 1 Temmuz 2021, Cumhuriyet) teknik ağırlıklı yazılarımdan sonra yaşanan yeni gelişmelerin ışığında konuyu bir kez daha ele alalım.
İktidar Kanal İstanbul projesine bir süre ara verir gibi davranıp sonra yeniden gündeme getiriyor. Son olarak İBB Başkanı İmamoğlu, 19 Mart’ta gözaltına alındıktan sonra, TOKİ tarafından Nisan ayında Sazlıdere Barajı havzası dahilinde konut inşaatları başlatıldı. İşin ilginci kanala karşı oldukları bilinen Küçükçekmece gölünün batısındaki bütün ilçelerin belediye başkanları da gözaltına alındı. Proje ile kentin önemli su kaynaklarından biri olan Sazlıdere Barajı’nın ortadan kaldırılacağı öngörülüyor. Bu bağlamda İSKİ’nin baraj çevresindeki yapılaşmanın, İçmesuyu Havzalar Yönetmenliği’ne uymadığı için, inşaatların durdurulması yönündeki uyarısı da göz ardı edildi.
Konu, olayın vahametini bilen kesimlerde yoğun olarak tartışılmaktadır. Örneğin; İstanbul Barosu Çevre ve Kent ve İmar Hukuku Komisyonu’nca yörede gerçekleştirilen incelemeler sonucu yapılan açıklamada, Sazlıdere Barajı çevresindeki çalışmaların ivedilikle durdurulması çağrısıyla, “rant odaklı politikaların terk edilerek, İstanbul’un ekolojik bütünlüğünün korunarak gelecek kuşaklara aktarılması” gerektiği vurgulanmaktadır. Bu kapsamda konuyla ilgili tüm meslek örgütlerinin uyarıları da göz ardı edilmektedir. Bunun yanı sıra yerel yönetimlerin ilgili mevzuat kapsamındaki yetkileri de yok sayılmaktadır.
ÜNİVERSİTELERE SUSKUN
Kentin, hatta ülkenin geleceğini ilgilendiren bunca vahim gelişme yaşanırken konuyla ilgili teknik üniversitelerin çevre ve inşaat mühendisliği bölümlerindeki suskunluk düşündürücüdür. Gerçekten bu bölümlerdeki öğretim üyelerinin uzmanlık alanına giren bu önemli konuda sessiz kalmaları şaşkınlık verici niteliktedir. Bu suskunluğun büyük ölçüde ülkede yaşanan siyasi gerilim ortamından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Konuya ülke güvenliği açısından bakıldığında daha da vahim bir durum ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki Atatürk’ün büyük bir başarıyla elde ettiği Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne yönelik beklenmedik sorunların çıkması kaçınılmaz görünmektedir. Geçmişte bir grup emekli amiralin sorumluluk bilinciyle yayınladıkları, son derece tutarlı bildiriye, belirtilen uyarılardan ders almak yerine, hiç olmadık saldırılar yapılmıştı. Ne yazık ki, ülke çıkarları açısından bu son derece önemli bildiriye, ordu üst kademesi de sahip çıkmamış, bu değerli insanlar yalnız bırakılmıştı. Bu bağlamda şimdilik sessiz olunuyor gibi görünse de, ileride Rusya’nın olaya bakış tarzının da yeni sorunlara yol açabileceği düşünülmelidir.
Projenin büyük ölçüde rant amaçlı olduğu bilinmektedir. Öyle ki çeşitli Arap televizyon kanallarında konutların reklamı yapılmaktadır. Daha da ilginci, ortada somut bir çalışma yokken konut yapımının başlatılmasıdır. Bu kentin hatta ülkenin geleceğini ilgilendiren ve doğaya aşırı müdahalenin uzman görüşleriyle değerlendirilmesi zorunludur. Bilimsel açıdan incelendiğinde de projeye olumlu bakılması mümkün görünmüyor. Bu kadar büyük bir kazı sürecinde kent halkının nasıl etkileneceğinin de düşünülmediği anlaşılıyor. Örneğin olası bir Kanal İstanbul kazı çalışması sürecinde, zaten kördüğüm şeklindeki kent trafiğine, bir de bu trafiğin eklenmesiyle kentte yaşamın uzun yıllar kabusa dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor.
Doğa ile böyle “vahşi” bir şekilde oynanmasının, ileride beklenmeyen ve geri dönüşü olmayan sorunlara yol açacağı gözetilmelidir. Bunun yanı sıra ülkede halkın büyük bir kesimi yokluk içinde kıvranırken, böyle tartışmalı projelere kaynak aktarılması, ülke gerçekleriyle bağdaşmamaktadır.
Olaya mevcut deniz trafiği açısından bakıldığında yeni bir geçiş yoluna gerek yoktur; gerçekten Boğaz trafiğinde kayda değer bir yoğunluk olmadığı bilinmektedir. Sırf rant uğruna doğayla bu kadar oynanmasına ve kentin betona boğulmasına tutarlı bir gerekçe bulmak mümkün değildir.
PROF. DR. KAYA ÖZGEN
E. İTÜ ÖĞRETİM ÜYESİ