Olaylar Ve Görüşler

Türk tarihinin en ağır antlaşması: Sevr

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı (30 Ekim 1918). Bu ateşkes, Sevr’in habercisi gibiydi. Sevr metnini Vahdettin’in başkanlık ettiği Saltanat Şûrası, -Rıza Paşa hariç- onayladı. Antlaşma metni 10 Ağustos 1920’de imzalandı. BMM, Damat Ferit Paşa’yı ve antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti; Ankara İstiklal Mahkemesi de idama mahkûm etti. Sevr’in geçersiz olmasını sağlayan, onu Ankara Hükümeti’nin tanımaması ve Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla Sevr’in yerini Lozan’ın almasıdır.

Londra Konferansı:
Birinci İnönü Zaferi’nin ardından İtilaf Devletleri’nin Sevr’i yumuşatarak Ankara Hükümeti’ne kabul ettirme çabası sonucunda Londra Konferansı toplandı. İsyancı olarak görülen direnişçiler (milliyetçiler/Kemalistler), konferansa çağrıldı. Böylece Ankara Hükümeti hem Batılı devletler nezdinde tanınmış oldu hem de Ankara Hükümeti, Batı dünyasına kendi tezlerini anlatma fırsatı elde etti. Konferans öncesinde 17 Ocak 1921’de United Telgraph muhabirine demeç veren Mustafa Kemal Paşa, “Sevr Barış Antlaşması’nda değişiklikler yapılması hakkında Türk milliyetçilerinin fikirleri nedir, antlaşmada ne gibi değişiklikler yapılmasını istiyorlar” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Siyasi, hukuki, ekonomik ve mali bağımsızlığımızı yok etmeye ve sonuç olarak yaşama hakkımızı reddetmeye ve yok etmeye yönelik olan Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir. Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi sağlayacak bir barışın imzalanması nihai amacımızdır.”
Londra Konferansı’nın ardından 1 Mart 1921 tarihinde TBMM’yi açış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti’nin imzaladığı Sevr’in Türk milleti için “idam kararı” olduğunu belirtti. Sevr’in milletin direnişi karşısında uygulanamayacağını anlayan İtilaf Devletleri liderleri “bizimle görüşme gereği duymuşlardır” dedi. Ona göre 1920 yılının bize getirdiği “en büyük felaket ve uğursuzluk Sevr Barış Antlaşması” idi.
Mustafa Kemal Paşa, “Memleketimizin gerek siyasal, gerek ekonomik olarak idam hükmünü ilan eden Sevr Barış Antlaşması’nın uygulanmasına engel olmak için milletimizin girişmeye mecbur kaldığı azimli mücadele karşısında” İtilaf Devletleri’nin bizi Londra Konferansı’na davet etmek zorunda kaldıklarını belirtti. Bu da milletimiz adına bir siyasal başarıydı.

Kurtuluş sonrasında yeni hedefler:
27 Ekim 1922 tarihinde Bursa’da öğretmenlere hitap eden Mustafa Kemal Paşa, Sevr ve onu imzalayanlar hakkında şunları söyledi:
“Bütün dünya bir an şüphe etmesin ki, Türkiye devletinin tek ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Küçük çıkarları için ve kendilerini koruma amacıyla milletin ve vatanın bağımsızlığını düşmanlara teslim etmekte sakınca görmeyen, bağımsızlığımızı imha etme şartlarını barındıran Sevres Muahedenamesini kabul eden egemenlerin, sultanların, padişahların hikâyelerini, bu gasplarını Türk milleti artık, ancak yalnız tarihte okur.”
Lozan görüşmeleri devam ederken Batı Anadolu seyahatinde Alaşehir’de halka seslenen Mustafa Kemal Paşa, milli egemenliğe dayanan bir yönetim kurmasaydık “bugün elde ettiğimiz zaferlere hiçbir zaman ulaşamazdık ve memleketimizde şimdiye kadar Sevres Antlaşması uygulanacak, bütün millet yabancıların kölesi olacaktı” dedi.
“Bundan sonra çok önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi, bilim ve kültür zaferleri olacaktır. (...) Yeni bilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım.”

Türk milletine yapılan suikast: Sevr
İkinci Meclis’in açılış konuşmasında (13 Ağustos 1923) Mustafa Kemal Paşa şunları söyledi:
“Efendiler, (...) düşmanlarla beraber padişah ve halife olan zat, (...) Paris’te imza ettikleri Sevr Muahedesi’ni zorla millete kabul ettirmek için ortak tedbir aldılar. Anadolu’nun milli heyecanlarını bastırmak için başvurmadıkları şeytanlık bırakmadılar.”
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının ardından 10 yıl sonra (24 Temmuz 1933) Atatürk, şu tespiti yapıyordu:
“Lozan Antlaşması, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılan büyük bir suikastın sona erişini ifade eden bir vesikadır.”
Atatürk’ün Söylev’i ve demeçleri de incelendiğinde Sevr’in ne kadar kanlı canlı, gerçek bir antlaşma olduğu, ölü olmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan bütün barış antlaşmaları ölü değildir.
Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Sevr’in, Osmanlı parlamentosunda onaylanmadığı için geçersiz olduğu iddiası, şehir efsanesinden ibarettir. “Hüküm, galibindir” anlayışını benimseyen padişah-halife ile hükümeti, Mondros ve Sevr için teslimiyetçi, işbirlikçi bir tutum içerisine girdiler. Bu tutum ihanet çizgisine kadar uzandı. Eğer Anadolu direnişi –padişah-halifeye rağmen- başarıya ulaşmasaydı, uygulanacak olan Sevr’di. İtilaf Devletleri, “A bak Türkler ne akıllı çıktı, Sevr’i parlamentoda onaylamadılar. Elimiz kolumuz bağlı. İşgal de edemeyiz şimdi” mi dediler? Türklerin akıl ettiğini niye Almanlar akıl edemediler? Onlar da tarihlerinin en ağır antlaşması olan Versay’ı onaylamayarak sistemi kilitleyebilirlerdi. Hitler’i iktidara getirerek Versay’ı etkisiz hale getirmenin bedelini daha ağır bir şekilde ödemek zorunda kalmazlardı, değil mi? Benzer durum Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan için de geçerlidir. Onlar da antlaşmayı onaylamamayı akıl edemediler. “Osmanlı zekâsı (!)” farklı bir şey demek ki. O zekâ (!) imparatorluğu kurtarmaya yetmedi.
Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak Türk tarihinin en ağır antlaşması olan Sevr’i geçersiz kılıp yerine Lozan’ı koyan Atatürk’ün mirasına sahip çıkarak, insanlık âleminin ve uygar dünyanın saygın bir üyesi olmak için çaba harcamak ve Sevr’i unutmamak ulusal görevimizdir.

PROF. DR. Hakkı Uyar
Dokuz Eylül Üniversitesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları