'Dil yurttaşlığı'
Öner Yağcı
Son Köşe Yazıları

'Dil yurttaşlığı'

10.05.2025 12:01
Güncellenme:
Takip Et:

Dilin yaşama biçimiyle, kültürle, düşünceyle, bilinçle, sorumlulukla, tarihle, gelecekle, politikayla bir ilgisi var mıdır?

Dili doğal akışına mı bırakmak gerekir, yoksa serpilip gelişebilmesi için onu kullananların yapacakları bir şeylere gereksinmesi mi vardır?

Tarihimizde yaşananların dilimizle ilgisi nedir?

Dilin egemenlikle, özgürlükle ilişkisi var mıdır?

Türkçemizin, dilimizin yaşadıkları bizi ne kadar ilgilendiriyor, ne kadar ilgilendirmeli?

Küreselleşme sorunlarının yaşandığı dünyada insanın diliyle ilgili sorumlulukları neler olmalı?

Kimliğimizdir dil

Böyle sorular çoğaltılabilir, doğal olarak bunlara verilecek yanıtlar onlarca kitaba bile sığmaz.

Bu çeşit soruların yanıtlarını iç içe geçmiş bir biçimde ve asıl nedenlerine dikkat çekmeye çalışarak aramakta yarar var.

İnsan olma sorunudur dil.

Dil bilinçtir, bilgidir, duyarlılıktır, sorumluluktur.

Dil kültürdür, kültürün taşıyıcısıdır, dile gelen kültüre de gelir.

İnsanlar arasındaki en önemli iletişim aracıdır dil.

Ortak bir kültür, tarih, duyarlılık olarak dil; ulusal birliğin en iyi yapıştırıcısıdır.

Dille ilgili sorunların ele alınmasındaki temel halka, dilin düşünme aracı olmasıdır.

İnsan olmanın koşulu düşünce olduğuna göre, dil yalnızca dilcilerin değil herkesin sorunudur.

Bir toplumun kimliğidir dil.

Dilin sorunları, gelecekle, yaşama biçimiyle ilgilidir.

Dilin kendisini de geleceğini de belirleyen politikadır.

Dille ilgili politikalar yaşam biçimi için seçilen ve uygulananlardan ayrı düşünülemez.

Ulusalcı, bağımsızlıkçı, özgürlükçü politikalar, ulusal dilin özgürce gelişmesinin de yolunu açar.

Dilimizin tarihi

Bir dilin tarihi aynı zamanda o dili kullanan insanların da tarihidir.

Türkçemizin dün yaşadıklarının tarihinde gördüğümüz, yaşam biçimimizin de tarihidir.

Osmanlının ve Osmanlıcanın egemenliği, Türkçeyi kullanan insanların egemenliklerinin ellerinden alınmış olduğunun da kanıtıdır.

Osmanlının diline bakınca gördüğümüz soylu bir saray dilinin, “dinin dili” gerekçesiyle kutsallaştırılan Arapça ile sanata egemen olan Farsçanın karışımı yapay bir dil olan Osmanlıcadır.

Cumhuriyet Devrimlerinin (ve o devrimler içindeki dil devriminin) gerçekleştiği dönemde dilimizin gelişmesiyle 1940’lı yılların ortalarından başlayan geriye dönüş dönemlerindeki karşıdevrim adımlarının ve dilimizdeki durağanlaşmanın örtüşmesi bunun kanıtıdır.

Geleceğimizdir Türkçenin geleceği

Yaşadığımız sorunların çözümünde ilk adımımız dille ilgili olmalı.

Yaşam ve düşünce sürekli geliştiği için dilin de gelişmesi gerekmektedir ve dil, kendiliğinden gelişen değil, dile değer ve emek veren insanların çabalarıyla yenilenen bir varlıktır.

Dile, yeni sözcüklerin katılması dil önderlerinin bilinçli katkılarıyla olmalı.

Türkçem benim, ses bayrağım” der Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Dil yurttaşlığı/ Yurttaşlıktan büyüktür/ Sürüp gider o/ Kişi öldükten sonra bile” der.

Cemal Süreya, “Türkçeden bir kıl kopar/ içinde güneşler, dünyalar ırmaklar vardır” der.

Düşünen insanlar dil konusunda duyarsız ya da tarafsız olamaz.

Dil bilinci temelinde yükselmesi gereken bir dil savaşımımız olduğunu unutamayız.

Özellikle iletişim araçlarında, televizyonlarda Türkçe sözcüklerin yerine başka dillerden sözcüklerin yeğlenmesi bu savaşımın önde gelen sorunudur.

“Söz eksikliyse insan da eksiklidir; çünkü insan sözdedir” diyen Emin Özdemir’in “Türkçenin sınırlarında nöbet tutan” öğrencileri olmak zorundayız.