Demokrasiye zerre inanmayanlar, iktidara gelince adım adım mutlak iktidarlarını kurmak için kolları sıvarlar. Hiç şaşmayan politik çizgileri, izledikleri otoriterliğe/otokratlığa giden patikaları tüm dünyada budur.
AKP lideri bunu peşinen ilan etmişti:“..Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” ve “Demokrasi amaç değil araçtır. Biz yeni bir İslam medeniyeti kuracağız” demişti. (www.youtube.com/ watch?v=qY52kEMQyBA)
Gayet açık seçik, hiç saklamadan, daha iktidara gelmeden bunu ilan ettiler. Bu açıklamalar şu demekti: İktidara gelince orada ebedi kalırız, kalmak için her şeyi yaparız, ülkeyi adım adım değiştiririz.
Biliyorum diyeceksiniz ki yeni bir şey söylemiyorsun bunu biliyoruz.
Geriye bakıp iktidarın binbir neleri yıkarak bugüne geldiklerini anımsamak istedim. Belki unuttuğumuz noktalar vardır.
Trump’ın da aynı yolu izlediğini görüyorum. Bunu ayrı yazacağım.
AVRUPA İNANDI, SANDI Kİ..
Peki bugünkü keyfi, hemen herkesi toptan gözaltına altına alabilecek (sinema TV oyuncularında görüldüğü gibi) bir güce ulaşmanın başlangıç noktası nedir?
Şüphesiz devlet içindeki kurumların bir bir yıkılmasının veya hepsini tek adama bağlayan sürecin çok sayıda kilometre taşı var.
İlk başta belki de ileride yapacaklarına meşruiyet sağlamak için Avrupa Birliği ile ilişkilerini, desteklerini sağlaması geliyor. Avrupa, İslami karakterli bir partinin bal gibi demokrat olabileceği hayaline kapıldı. AKP, bunun için de kuruluşunu, sonradan hepsini tasfiye edeceği gerçekten demokrasiye inanmış hatta sosyal demokrat insanları da almıştı.
İki hafta kadar önce, AKP iktidarının otoriterliğine karşı bildiri yayımlayan aydınların, “kanaat önderleri”nin çoğu, AKP iktidarının her adımına, yargıyı ele geçirmesine bile onay veriyor ve AKP’ye otoriterliğe giden yolda meşruiyet sağlıyordu.
Atatürk, Kemalizm lanetleniyor ve dolayısıyla ülkede yeni bir İslami anlayışa dayanan merkeziyetçi otokrat bir yapıya kapılar açılıyordu. Şüphesiz, RTE “Hazreti Eyüp sabrıyla” programını adım adım devreye sokuyordu.
2005 DÖNÜM NOKTASI OLDU
Evet, Avrupa Birliği AKP iktidarına birliğe üye olabileceği hayal kapısını açtı (Kopenhag Anlaşması). Üyelik müktesebatı ülkenin önüne kondu, Türkiye’nin ödevleri sıralandı ve bu maddeler görüşmelere açılarak bazıları gerçekleştirildi (sonra hepsi kapatıldı).
Bu “Avrupa Birliği’ne üyelik vizyonu”, RTE’nin ülkede itibarını ve halk nezdinde desteğini zirveye çıkartmakla kalmadı, aynı zamanda AB sermayesinin üstelik doğrudan yatırım şeklinde ülkeye akmasına neden oldu (en az 150 milyar dolar).
Türkiye geçmişinde asla görmediği bir sermaye, dolar Avro akışına sahne oldu.
Ekonominin altın zamanlarını yaşamaya başladı ülke. Seçimlerde de bunlara paralel oy oranları yükseliyordu.
KRİZLER AKP’Yİ BÜYÜTTÜ
AKP gücünün doruğuna geldiğinde cumhurbaşkanlığı seçimi krizi çıktı. Sezer’in görevi bitmişti, Abdullah Gül, 367 oy krizi çıkınca Meclis’te cumhurbaşkanı seçilemedi (Türbanlı eş krizi de denebilir). Büyük Cumhuriyet protesto mitinglerine CHP önderlik yaptı. Ordu muhtıra verdi. Türban, iktidarın koçbaşı politikası oldu. Muhtıra ve türbanı AKP ana mağduriyet konusu olarak işledi.
AKP erken seçim kararı aldı, yüzde 84 gibi büyük bir katılımın olduğu seçimde AKP yüzde 43’e yakın oy aldı.
Meclis’te cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte bazı anayasa değişiklikler yapıldı. Cumhurbaşkanı süresi 5 yıla indirildi ve iki kez seçilme hakkı tanındı. Ekimde anayasa değişikliği referandumda yüzde 69’a yakın oyla kabul edildi. AKP devleti oluşmasına adım atılmıştı.
İKİ BÜYÜK TASFİYEYE ARALANAN KAPI
Para akıyor, ekonomi tıkırında, Avrupa Birliği’ne üye vizyonu ve mağduriyetler AKP’yi adeta yenilmez bir armada haline dönüştürmüştü. Ülke tam kutuplaşmıştı, gerilim üst noktalardaydı.
O zamanki muhalefet anlayışının da bugünden bakıldığında, kaybedeceği türban gibi konularda mücadeleye girmesi yanlıştı.
Ordunun muhtırası etkisiz kalmıştı, Ordunun eskisi gibi “darbe” yapabileceğini düşünenler vardıysa da bunun hiçbir ortam yoktu, zaten 1997’de bu doğrudan darbe alışkanlığı da sona ermişti.
Unutmadan: AKP’nin en büyük müttefiki sonraki adıyla FETÖ örgütüydü. Olmasaydı AKP devlet içinde pek çok şeyi değiştiremezdi. İki yapışık kardeşin birlikteliği ve sinerjisi siyaseti ve ülkeyi yeniden biçimlendiriyordu.
Sonraki iki önemli adım eski ordunun tasfiyesi ve yargının tamamen ele geçirilmesi olacaktı. Denge ve denetleme yasal olarak da ortadan kaldırılacak ve “mutlak iktidar”a gidişin yolları açıklanacaktı.