Türkiye NATO’ya eyvallah mı diyecek, konusunda eğer kestirme bir yanıt isterseniz, öncelikle bunun zorluğunu vurgulamakla yazıya başlayalım. 65 yıldır örülen bir ağ var ve önceki gün Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın demeci de “Aman NATO ile aramız bozulmasın” endişesini dile getiriyordu.
Bu sözler, ordunun dünkü yazımda belirttiğim, ama bugün artık pek çok yönden eskiyen “Amerikancılık” alışkanlığından mı, iktidarın eyvah ayrılırsak kaygılı görüşünü mü dillendiriyordu, yoksa ayıyı yatıştırmak amacına mı yönelikti bilemem. Ama seçenekleri sıraladım.
NATO sanal tatbikatında Atatürk ve Erdoğan’ın düşman hedef olarak gösterilmesi, NATO’nun bilinçli ve yönetimsel bir tercihi mi, sanmıyorum. Durup dururken Türkiye’yi dışarı itelemekten bir çıkarları yok. Bu tezi savunanlardan gelebilecek “Türkiye’ye saldıracaklar, bunun hazırlığını yapıyorlar” gibi zırvalıklarla uğraşacak halimiz de yok.
Ama şu olabilir, NATO üyeliği biraz uykuya yatabilir, gelişmelere göre aktifleşir vb.. Erdoğan’ın şu sıralarda muhaliflere yönelik “komünistler vb” sözlerini ön plana çıkartması, arka planda Rusya’nın yine de “komünist olabileceği” gibi bir tarihsel bilinçaltının dışavurumu mu bilemem.
Avrupa ile NATO farklı
Ankara kaba bir politika izliyor. Kabalık tepeden tırnağa.
Bugün artık NATO başka Avrupa Birliği başka.
NATO esas olarak Amerika’nın sırtında, daha bence NATO = ABD bile diyebileceğimiz bir sürece girdik. İki büyük güç arasında çok önemli ayrılıklar var. AB, ABD’nin artık Avrupa savunmasını üstlenmeyeceğini gördü. Ve önceki gün 23 AB ülkesinin imzaladığı PESCO (Savunma Alanında Kalıcı Yapıda İşbirliği) askeri ittifakını kurdu. Savunma ve silah sistemlerini geliştirecekler. Yani bir Avrupa Ordusu gündemde.
NATO sanki ABD ile Avrupa Ordusu arasında bir çatı ittifakına dönüşecek. AB ülkelerinin NATO içindeki rolleri, konumları nasıl etkilenecek, neler olacak henüz bilmiyoruz.
Bu durum Türkiye’yi ilgilendirmiyor mu?
Bölgede emperyalist müdahaleye son
Türkiye’nin ABD - NATO’ya karşılık, Avrupa ile ilişkilerini sıklaştırması gibi bir güçlü seçenek ortaya çıkıyor. Hayır, yeni büyük bağımlılık ilişkilerinden bahsetmiyoruz. Türkiye’nin geldiği nokta, ilişkilerini daha dengeli, düşmanlık değil dostluk temelinde geliştirmesi.
Fakat Ankara’nın beyinleri buna hiç hazırlıklı değil.
Mesela İran daha bir yıl olmadı, başdüşmanlardan biriydi; AKP’nin kurmayları, İran bölgeyi ele geçirecek, önlem almalıyız, diyordu. Ama birden Rusya - İran - Türkiye üçlüsü oluştu.
Biz bölge ülkeleriyle kısmetse binlerce yıl yaşayacağız.
Bu açıdan bölge ülkelerinin birbiriyle dostluk, güven, iyi niyet temelinde, mezhepçiliği ve birbiri üzerinde egemenlik kurmak gibi çatışma çıkartacak politikaları tamamen dışlayan barış ilişkileri kurması zorunlu. Bunu yaparlarsa emperyalist müdahaleleri de dışlarlar. Evet, burada gerçek bir sıfır sorun politikası gerekli...
Yeni cepheleşme
Bu bağlamda, Avrupa Birliği’nin çıkarlarının da bölgede huzur ve barış politikasıyla uyumlu olması beklenebilir.
Ve Türkiye bu konuda girişimde bulunabilir.
Tabii, “Tek Adam” Ankara’nın bu politikasıyla değil.
Türkiye ancak demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü politikasına 180 derece dönüşü gerçekleştirerek bu bataklıktan kurtulabilir. AB ile AB arasındaki yeni durum Türkiye’ye bir fırsat doğurmaz mı?
Çünkü ABD, İsrail ve Suudi Arabistan ile üçlü bir saldırı veya en azından büyük gözdağı veriyor, korku salıyor Ortadoğu’ya. Karıştırıcılıkta koçbaşı Suudlar!
Öte yandan da İran - Rusya ve Türkiye üçlüsü...
Şu kesin, ABD Ortadoğu politikasını yeni bir düzeye yükseltiyor ve Türkiye’yi de resmen karşısına alıyor.
Yarın sürdüreceğiz...
Yeni cepheleşme ve Türkiye’yi bekleyen dehşet ne?
Yazarın Son Yazıları
Kaybettiğimiz Doğan Kuban Hoca’nın seçme yazılarına her hafta Herkese Bilim Teknoloji dergisinde yer veriyoruz.
Hayır, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın F-35 konusunda verdiği yanıta dayanarak Ankara bu uçakların rüyasını bile göremez demiyorum.
Bütün mesele bu. Derinden bir savaş veriliyor, bir varlık ve yokluk savaşı bu, olmak mı olmamak mı...
Şam hükümetini ve Suriye’yi kimler zayıf bırakarak dış güçlerin sürekli müdahalesine açık bir ülke konumunda tutmak istiyor sorusu çok önemli ama bugün Trump’ın Erdoğan’a olan büyük sevgisinin arka planında ne var sorusuyla başlayacağım.
Bir ülke, bir iktidar, bir hukuk, bir yargı düşünün ki topluca hareketle bir kimsenin 31 yıl önce aldığı üniversite bitirme diplomasını geçersiz saysın ve iptal etsin.
Trump yönetiminin hazırladığı Milli Güvenlik Stratejisi (Belgesi) büyük tartışma yarattı, özellikle Avrupa’ya ilişkin bölümleri. Trump karşıtı Amerikan medyası ve entelektüel yazarlar, Trump Avrupa’yı adeta düşman olarak görüyor yorumunu yaptılar.
Bakın ne buldum.
CHP, “Öcalan’a serbestlik, anayasa değişikliğine DEM desteği, PKK’ye ülkede siyaset yapma özgürlüğü” komisyonuna katılırken demokratikleşme olmadan Kürt sorunu çözülmez diyerek 29 maddede bir paket sunmuştu, hatırlatmak istedim özetle de olsa...
Dünkü yazımın sonu “Peki niye şimdi ümmet” sorusuyla bitiyordu. Yer darlığından yanıtı yoktu.
Bugüne kadar seküler parti havası basan Kürt milliyetçi siyasal hareketini bir süredir “ümmet” heyecanı bastı.
CHP programını yeniledi, parti meclisini 80 kişiye çıkararak kapsayıcılığını ve halk nezdinde temsiliyetini artırdı, büyük bir inançla Özgür Özel iktidara geleceklerini söyledi.
Evet Fatih Altaylı’ya verilen 4.2 yıllık mahkûmiyet kararı, sözlerinde açık bir tehdit asla olmayan ve doğrudan cumhurbaşkanını hedef almayan, ana fikri Türk halkının seçimlerde oy kullanmayı artık çok sevdiği ve bundan asla vazgeçmeyeceği idi.
CHP’nin “çözüm” komisyonuna katılırken verdiği sözü tutması iktidar kanadını ve bu kanada eklemlenenleri rahatsız etti.
Dünkü yazımın sonunda şu cümleler vardı: Süreç zaten yeni ittifaklar yaratacak ortama itildi.
Evet, apar topar ve medyaya kapalı bir toplantı ile milletvekillerinden oluşan ve 5 kişi olacağı söylenen bir heyet, İmralı Adası’na gidecek.
İddianamede Eylem 13 başlığı altında çok ciddi bir iddia var:
AKP çok şükür kendinden önceki sağcı iktidarların izinden giderek ülkeyi, geçmişe kıyasla en büyük ekonomik çöküşe ve yoksullaşmaya itti.
4 bin sayfalık iddianame mi olurmuş?
AKP’den önce 10 Kasım’larda sirenler çaldığında köprüde, caddelerde sokaklarda durmayan araçların ve yayaların sayısı hatırı sayılır ölçüde fazlaydı.
Bugün büyük Türk’ü anıyoruz.
ABD’de Gallup’un ağustos ayında gerçekleştirdiği anket ilginç sonuçlarıyla tartışma yarattı...
Ekrem İmamoğlu’na casusluk suçlamasının hemen ardından oğlu ve babasının sorguya çekilmesine sıra geldi.
DEM heyeti ile cumhurbaşkanı arasında son yapılan ve sonucu merakla beklenen görüşme üzerine bir açıklama beklerken cumhurbaşkanı hukuk başdanışmanlarından Mehmet Uçum merakımızı giderdi.
Cumhurbaşkanı, İstanbul’un en değerli havaalanı Atatürk Havaalanı’nın yıkılarak yerine yapılan “millet bahçesi”ni ziyaret etmiş ve “İstanbul’umuzu iş bilmez, kadir kıymet bilmez, tarih ve medeniyet şuurundan yoksun kifayetsizlerin insafına terk etmiyoruz. İstanbul bizim göz bebeğimizdir. Bu aziz şehrin bir fetret devri daha yaşamasına gönlümüz asla razı değil” demiş.
Bayrampaşa Belediyesi’ni “ele geçirme eylemi” tam bir milli iradeyi hava cıva gören bir iktidar anlayışının tipik örneğidir.
Bu döneme özgü karamsarlıkları erteleyerek bir de şu açıdan bakalım: Atatürk’ün Cumhuriyet hedeflerine önemli ölçüde varılmıştır; bu hedeflerin artık geri döndürülemez olduklarına, tüm Türkiye’nin dün Cumhuriyeti ve Atatürk’ü olağanüstü sahiplenmesiyle sürekli tanıklık ediyoruz.
Yahu bekleyin kardeşim, insanları en çok etkileyebilecek bir konuyu...
“Muhafazakâr demokrat”ların en son numarası, bertaraf etmek istedikleri muhalif rakiplerini casuslukla suçlamak oldu.
Evet, DEM (ve tabii ki Kandil) “terörsüz Türkiye” komisyonunu, daha doğrusu AKP iktidarını ve MHP’yi, Öcalan’ın serbest bırakılması noktasına indirgedi ve sıkıştırdı.
Tarafların pozisyonuna bakalım, evet yeniden, fotoğraf net olarak görülmezse politika üretilemez ve kararlar alınamaz.
Önce: Merkez Bankası başkan yardımcısının dolandırıcılık suçlamasıyla hakkında soruşturma açılmasına şaşırdık mı, hayır demeyeceğim ama evet de diyemiyorum.
Fatih Altaylı’ya 5 yıldan az olmamak kaydıyla hapis cezası isteniyor.
İki yazıdır AKP’nin 2 yıllık iktidarı süresi içinde mutlak iktidara, tek adam rejimine giden yolların nasıl açıldığını yazıp duruyorum.
Dünkü yazım, tek adam rejiminin başlangıç noktası üzerineydi:
Demokrasiye zerre inanmayanlar, iktidara gelince adım adım mutlak iktidarlarını kurmak için kolları sıvarlar.
Bayrampaşa Belediyesi’ne, başkan ve arkadaşlarına çekilen operasyonun yanı sıra, CHP meclis üyelerinden bir kaçını hayatlarından adeta bezdirerek partilerinden istifa ettirilmeleri ...
Aziz Sancar, en üst düzey ve özgürce araştırmaların yapıldığı ülkelerden birinde, ABD’de, günde 16-18 saat çalışarak ve merakının peşinde koşarak, odaklandığı konuyu çözmek için yöntemler geliştirerek DNA’nın, ikili zincirdeki bozulmaları nasıl onardığını gösterdi.
İktidarın gözü milletin altınlarında...
Meclis’in açılış resepsiyonunda cumhurbaşkanının iyi bir halkla ilişkiler girişimi ile siyasi parti liderlerini davet ederek verdiği gülücüklerle dolu toplu fotoğraf en önemli tartışma konusu oldu.
Netahyahu-Trump’ın baş başa hazırladığı plan kime yarar...