Bir ülkenin solmaya yüz tutan umutları nasıl yeşertilir? Her muhalefet edenin susturulduğu, siyasetçisi, sanatçısı, öğrencisi herkesin tutuklanarak neredeyse dev bir hapishaneye dönüştürülen bir ülkenin halkı geleceğine nasıl sahip çıkar? 23 yıllık bir iktidarın aşama aşama devletin tüm güçlerini -yargıdan polise, RTÜK’ten medyaya kadar- kendisine muhalif sesleri bastırmak için seferber etmesine karşı nasıl mücadele verilir? Büyük sorular... Zor sorular...
Ülkem bu sorunun yanıtını arıyor. “Haksızlıklara, eşitsizliklere, yoksullaştıran, yoksunlaştıran politikalara” karşı çıkan kesim diyelim. Sayımız hiç de az değil. Ama tüm erkin tek elde toplandığı bir sistemde mücadele de hiç kolay değil.
Kadıköy’deyim. 1 Mayıs mitinginde. Sabah uyandığımda boğazımda düğümlenen acı ve umutsuzluk duygusu renkli kortejlerin arasında ilerledikçe azalıyor. Gece uykuya dalarken beynimde “telef” sözcüğü yankılanıp duruyordu. “Bunun nefesi 2028’e kadar yetecek mi, göreceğiz. Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li siyaset yolunda telef olup gidecek?” diyen partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilecek yanıt belli aslında: “Siz gidene kadar.”
Kadıköy işte bu yanıtı verircesine doluyor. “İzin verdik” dedikleri Kadıköy’e ulaşımın neredeyse tamamen kesilmesine karşın akın akın geliyor insanlar. Kalabalığın arasında ilerliyorum. Çocuk pusetlerini süren aileler, gençler, öğrenciler... Vakıf üniversitelerinin bile öğrenci dayanışması pankartlarını görmek umut verici. Emekçinin bayramı 1 Mayıs artık aynı zamanda gasp edilen bütün haklara, gasp edilen bütün özgürlüklere karşı tepkinin, direnişin bayramı.
Örgütlü ve barışçıl direnişin sürmesi bu yüzden çok önemli. Boyut değiştirerek, çeşitlenerek... Kadıköy’deki alandan ayrılıp eve doğru yürürken gözlerim nemli. Kulaklığımdan dünyanın tüm devrimci şarkıları sırayla yükseliyor. Evet boyut ve şekil değiştirse de otoriterleşen rejimler artık birçok ülkenin temel sorunu. Ve ne yazık ki “Her koyun kendi bacağından asılır” misali her ülke kendi kaderi ile baş başa. Çözümlerini kendi üretmek zorunda. Buna karşın yine de küresel bir köy dünya. Devrimci çözümler ilham verici olabiliyor.
“Başka bir Türkiye mümkün” sloganının gerçek olabilmesi için olmazsa olmazların içinde güçlü siyasi muhalefet kadar daha farklı ve kapsayıcı bir sendikacılık da var. “Mış gibi” davranan meslek odalarının kendilerine çekidüzen vermesi var. Olmazsa olmazların içinde gençler var. Onların yaratıcı gücü var. Kadınlar var; onların örgütlü gücü var.
Ve... Neden olmasın?
Tıpkı Taksim Meydanı gibi tıpkı Gezi Parkı gibi Silivri’deki hapishane de artık bir sembol. İtiraz etmenin artık tutuklanma sebebi sayıldığı bu ülkede anayasal hak olan gösteri hakkını kullanan üniversiteli gençlerin sınav dönemlerinde demir parmaklıklar arkasında tutulmasının sembolü. Tutuklu sanatçıların, iş insanlarının, belediye başkanlarının, siyasi parti liderlerinin sembolü. Her kesimden her yaştan yüz binlerin hatta milyonların Silivri’ye doğru yürüdüğünü hayal ediyorum. Tıpkı “adalet yürüyüşü” gibi... Ilık bir bahar günü şarkılar eşliğinde... Yan yana, omuz omuza... Silivri’de hapishane duvarların önüne... Ne dersiniz?