İsrail-İran Savaşı Ekseninde Çivisi Çıkan Dünya
Sadık Çelik
Son Köşe Yazıları

İsrail-İran Savaşı Ekseninde Çivisi Çıkan Dünya

19.06.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

İnsanlığın kolektif aklı çöküyor gibi uzunca bir zamandır. Bir şeyler yerinden oynuyor. “Dünya zıvanadan mı çıkıyor?” sorusu artık paranoyaklara değil, makul insanlara ait…

Ortadoğu’da, haritada bir avuç yer kaplayan ama etkisi kıtaları aşan, dünyanın ahlaki dengesini altüst eden bir ülke; İsrail. Amerika’nın vurucu koç başı. Nüfusu, İstanbul’un yarısı kadar. Ama Amerika’nın desteğiyle elinde tuttuğu politik gücü, askeri teknolojisi ve dokunulmazlık zırhıyla dünyayı şekillendiren aktörlerden başında… Öyle bir ülke ki, saldırmayı güvenlik, işgal etmeyi savunma, savaş açmayı diplomasi diye sunuyor. Barışı savaşla savunuyor; güvenliği başkalarının yok oluşunda arıyor.

İsrail artık yalnızca bir ülke değil. Bir olgu. Bir sistem. Bir mesaj: Güç sende varsa, haklı olman gerekmez. Yalnızca Filistinliler için değil, bölgedeki herkes için bir tehdide dönüşmüş durumda. Tehdit edici, bölgesel bir hegemon güç… Türkiye’den Körfez ülkelerine kadar herkesin yeni “başat tehdit” algısı…

***

Netanyahu, İran’ı nükleer silah üretmekle suçladı. “Oyalanıyoruz” dedi. “Tehlike kapımızda,” ve düğmeye bastı. İran’ın askeri üsleri, nükleer tesisleri, ekonomik merkezleri hedef alındı. Öldürülenler arasında Devrim Muhafızları Komutanı, Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın da bulunduğu bir düzineden fazla üst düzey komutan var… Yalnızca askerler de değildi hedef; İran’ın bilim dünyasına yön veren nükleer fizikçiler, mühendisler, araştırmacılar… Yani bu saldırı, bir askeri operasyon değil, entelektüel bir kafatası avıydı. Sadece bedenleri değil, beyinleri hedef aldılar. Zihinsel bir yok etme hamlesi. 

Böylesine nokta atışıyla yapılan bir operasyon, yalnızca teknolojik üstünlükle açıklanamaz. İsrail’in, İran içinde derinlere kök salmış çok katmanlı bir istihbarat ağına sahip olduğu artık sır değil. Sahaya sızmış bir bilginin, içeriden işleyen bir aklın, damarlarına kadar nüfuz etmiş bir istihbarat ağının ürünü.

Molla rejimi yıllardır kadınların başörtüsüyle uğraşıyor. Bir tutam saçı görünce devlet refleksi devreye giriyor ama o sırada ülkenin damarlarına kadar sızan Mossad’ın farkında bile değiller. İstihbarat servisinin başına Mossad ajanı gelmiş… İsrail, İran topraklarında adeta üs kurmuş. Drone fabrikaları, gözetleme merkezleri, derinlemesine istihbarat ağları… Bu kadarı da olurmuş demek ki… Kendi halkını bastırmakta maharetli olanlar, dışarıdan gelen sızıntıya kör. 

Ayrıca son bir yıldır İran, Gazze’den Yemen’e, Suriye’den Irak’a kadar vekil güçlerini desteklemekle meşguldü. Bunlar için milyarlarca dolar harcadı. Ama aynı sürede kendi topraklarının güvenliğine yatırım yapmadı. Güvenliği dışarıda kurmak istedi, içeride ihmal etti. Şimdi o dış çeper çökünce, İsrail ve Amerika İran ana kıtasına fütursuzca girebiliyor…

***

İran ilk şoku atlattıktan sonra kırmızı intikam bayrağını çekti, misillemeye geçti, biraz da zevahiri kurtarmak için… Meşhur "Demir Kubbe" bazı yerlerde delindi. Tel Aviv ve Hayfa dahil pek çok şehir hedef alındı. Ancak bunlar elbette İsrail’in İran’a verdiği kayıplarla kıyaslanabilecek düzeyde bir etki yaratamadı. Çünkü güç asimetrisi ortada. İran’ın misillemesi daha çok bir yanıt verme, bir gururunu kurtarma mecburiyetiydi ve masaya oturma zamanı geldiğinde çok da biçare görünmeme arzusuydu, gerçek bir dengeleme değil.

Petrol fiyatları daha ilk günden fırladı. Ekonomik göstergeler, yalnızca savaşan taraflarını değil, tüm dünyayı uyarıyor. Küresel ekonomi bir yangın yerine dönebilir; çünkü savaş, artık yalnızca cephede yaşanmıyor. Etkisi piyasalarda dalga dalga yayılıyor, zihinlerde endişeye, diplomasi masalarında sessiz bir gerilime dönüşüyor. Yeni çağın savaşları sadece toprakta değil veride, finans sisteminde ve sinir uçlarında yaşanıyor. İsrail ve İran arasındaki bu yeni cepheleşme sadece Ortadoğu’nun değil, dünyanın tamamının meselesi oluyor.

Çatışmaların kontrolden çıkma ihtimali, müttefiklerin ve vekil güçlerin devreye girme olasılığı, nükleer silahların kartlara yazılma ihtimali… Bunların her biri, gelecek yüzyılı değil, yarınımızı tehdit ediyor. 

Amerika Akdeniz'e yeni filolarını gönderiyor, Körfez'e askeri yığınak yapıyor. Diplomasi adına tehditlerini sıralıyor; Bu artık müzakere değil, bir tür şantaj. “Önleyici diplomasi” dedikleri şey, aslında kaba bir mesajdan ibaret: Kırk katır mı, kırk satır mı, hangisini tercih ediyorsan..

Trump açık açık İran sahasının onların kontrolünde olduğunu dile getirebiliyor. Ne kadar acı bir cümle bu… Bir ülkenin topraklarını, kendi stratejik oyun sahası gibi tanımlamak… Ayrıca “İran Cumhurbaşkanı’nın yerini bildiklerini, şimdilik öldürmeyeceklerini ama sabırlarının da taşmakta olduğu mesajını da veriyor…  

Bu sözler, yalnızca bir diplomatik gerilim değil; savaşın gerçekte kimler arasında olduğunu ele veren itiraflardır. Çünkü bu açıklama, ABD’nin bu çatışmanın kenarında değil, tam kalbinde olduğunu ortaya koyuyor.

Washington, İran’ı kendi çizdiği sınırlar içinde bir anlaşmaya zorluyor. Masaya barış değil, şart koyuyor. Zor yoluyla şekillendirilmiş bir “rıza” üretmeye çalışıyor; Gramsci’nin tanımladığı anlamda bir hegemonya inşası mı bu acaba? 

***

Bu yol, Irak’ta Saddam Hüseyin’le başladı. Kimyasal silah var, dediler, kanıtlayamadılar ama işgal ettiler. Dünya kamuoyu o yalanı sindirene kadar, ülke yerle bir olmuştu. 1 milyonun üzerinde insanın canına mal oldu.

Sonra Libya. Arap Baharı adı altında başlatılan dalga, Kaddafi’yi silip süpürdü. “Demokrasi” ve “insan hakları” söylemleri eşliğinde bir ülkenin kalbi söküldü.

Suriye'de sıra Esad’a geldi. Diktatör dediler. Baskıcı dediler. Suriye, yıllardır süren vekalet savaşlarının sahasına dönüştü. 

Suriye’den en çok fayda sağlayan ülke; Rusya’ydı. Zaten orada üsleri vardı, Akdeniz'e açılan kapısıydı… Hava sahasını kontrol ediyor, rejime lojistik destek sunuyordu.

Ama ne zaman ki Amerika ve müttefikleri müdahale çıtasını yükseltti, Rusya'nın sesi cılız kaldı. Esad’a ancak kendisine kaçma seçeneğini sunabildi, diğer bir deyişle “sattı”. 

Şimdi benzer bir senaryo İran için hazırlanıyor. İran ne bir Suriye, ne bir Libya elbette. Son derece kadim bir medeniyet; aklı ve hafızası çağların ötesine uzanır. Ama molla rejimleri, o aklı mahvetti. Ömer Hayyamların, Hasan Sabbahların memleketi karanlığa teslim edildi… İran’ın önünde artık yalnızca iki seçenek var gibi görünüyor: Onursuzca masaya oturmak… ya da emperyalizm tarafından bütünüyle çökertilmek. Ara bir yol, bu denklemde pek mümkün görünmüyor. Yine de bir üçüncü yoldan bahsetmek mümkün: Onurluca, sonuna kadar direnmek. Teslim olmadan, bedeli ne olursa olsun mücadele etmek.

Peki, İran’ın sırtını yasladığı büyük aktörler ne yapıyor? Çin mi? Rusya mı?

İran’dan ekonomik olarak en çok faydayı sağlayan Çin. Petrol, doğalgaz, yatırım anlaşmaları… Ama sıra sıcak çatışmaya gelince, Pekin sessiz.

Bugün artık herkesin bildiği bir şey var: Amerikan emperyalizminin doğrudan karşısında duran kim varsa, ya işgal edildi, ya içten çözüldü, ya da yalnız bırakıldı. İsrail bu politikanın vekil uygulayıcısı gibi sahada. Ama ipleri elinde tutan, hâlâ Washington.

Bu noktada Çin’in de, Rusya’nın da İran dosyasını çok iyi çalışması gerekiyor. Çünkü sıra tekrar kendilerine gelmeden önce ellerini başlarının arasına alıp düşünmeleri şart. Bugüne kadar kaç tane sarı öküz verildi, herkesin hesabını ayrı tutması gerek…

Şu anda dünyada üç büyük güç var: Amerika, Çin ve Rusya.

Ama geldikleri noktada hiçbiri küresel liderlik üretemiyor.

Bu artık apaçık ortada. Amerika, Trump gibi saat başı fikir değiştiren, tüccar refleksiyle hareket eden bir figürü zirveye taşıyabilmiş bir ülke. Rusya desek, Putin’in nasıl ve ne şekilde seçildiği, herkesin malumu. Çin, geleceğin süper gücü olarak lanse ediliyor ama dünya sahnesinde hâlâ gölge boksu yapmayı tercih ediyor.

Liderlik boşluğu büyüyor. Ve dünya bu boşlukta rotasız, pusulasız savruldukça savruluyor. 

Halbuki Atatürk bundan bir asır önce fark etmişti olması gerekeni. Ne bir strateji raporunda, ne bir deklarasyonda, sadece bir devlet aklının vicdanıyla… Sadece bir barış çağrısı yapmamıştı, bir uygarlık uyarısı bırakmıştı ardında: Yurtta sulh, cihanda sulh.

Barış, yalnızca bir dönem politikası değil, bir varoluş ilkesiydi onun için. Aynı şekilde “Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir,” sözü…

Bugün dünya bu iki cümleyi unuttu. Unuttukça savaş normalleşti, cinayetler diplomasiye dönüştü. Biz hâlâ o sözlerin büyüklüğüyle sınanıyoruz.

Bugün dünya, ne sulhu koruyabiliyor ne de cinayetle barış arasındaki farkı ayırt edebiliyor. Haklı savaş yok; çıkar savaşları, vekâlet savaşları, algı savaşları, teknoloji ve istihbarat üzerinden yürütülen gölgeli savaşlar var.

İnsanlık bir gün gerçekten savaşa değil, barışa mecbur olduğunu anlayabilecek mi?

***

Evet, savaş gerçekten de artık yalnızca cephede yaşanmıyor. Ölüm ve dehşet görüntüleri, sadece askeri kameralarda değil; müzikle titreşen ışıkların arasında da dolaşıyor, gece kulüplerinin huşulu eğlencelerine etkileyici bir fon görevi görüyor. 

Lübnan’da bir eğlence mekânında insanlar dans ederken, gecenin karanlığında semayı ışıklandıran füzeleri izliyor, şık gece kıyafetleri içinde, görüntüleri cep telefonlarıyla kaydediyorlar… Caz ritmiyle senkronize patlamalar, bedenlerin kıvrıldığı ışıklı zemine karışıyor… Bir ülke yanarken, diğerinde bu yangın gökyüzünü renklendiriyor… Aynı anda. Aynı coğrafyada.

Bu sahne, her şeyin ötesinde bir gerçekle yüzleştiriyor bizi: İnsanlık, bir eşiği daha geçti. Artık savaşlar bile dramatik ağırlığını yitiriyor; yıkım bir enformasyon dekoruna, ölüm ise görsel bir efekte dönüşüyor. Savaş bir gösteriye, yok oluş bir arka fon müziğine… İnsanlığın çıtası yalnızca ahlaken değil, varoluşsal olarak da düşüyor. Jean Baudrillard’ın “Gerçeklik, yerini simülasyona bıraktı” tespiti artık kuramsal bir fikir değil. Lübnan’daki o gece kulübü, bu tespitin kanlı bir sahne dekoru gibiydi adeta. Görüntü... öylesine epikti ki, insan artık neye ağlayacağını, neye hayret edeceğini bilemiyor. Belki de modern çağın en büyük trajedisi bu: Hiçbir trajedinin bizi tam anlamıyla sarsamaması. Dünya öyle ters döndü ki, şimdi yanlış ayakta duruyor; doğru yere sığamıyor. Normaller anormal, anormaller normal oldu. Dünya, tersine çevrilmiş bir bilinç hâliyle, olup biteni izlemeye devam ediyor. Gerçekle yalan, kurbanla fail, haberle kurgu iç içe geçti. Hakikatin kıymeti azaldıkça, hissizliğimiz de meşrulaştı.

***

Gazze artık manşetlerde değil. İran ile İsrail arasındaki gerilim, dünyanın dikkatini çoktan başka bir sahneye çevirdi. Yeni füzeler eski yaraları hafifletiyor sanki. Bir savaş başka bir zulmü gölgeliyor. 

Gazze, hâlâ bombalanırken; hâlâ yardım almaya giden çocuklar bir video oyunuymuşçasına vurulurken, kalanlar açlıktan ölmeye başlamışken; hâlâ insanlar yıkıntılar arasında nefes almaya çalışırken… görünmez kılındı.

Oysa Gazze’de yaşanan şey, bir savaş değil. Bir yok etme iradesi. Sistemli, soğukkanlı, gündelik bir şiddet. Enkazdan çıkarılamayan cesetler, susuzluktan ağlamayı bile unutmuş bebekler... Bunlar, insanlık tarihinin başka pek az zulmüne benziyor. Burada ölüm sıradanlaştı. Çünkü burada yaşam, bir mucizeye dönüştü.

Gazze, artık sadece bir şehir değil, sanki bir suskunluk sınavı…

Batı’nın bu konuda gösterdiği suskunluk, artık diplomatik bir denge arayışı değil, utanılması gereken bir tarafgirliktir. 

Batı, bu tercihi çoktan yaptı yapmasına, peki ya Doğu? Ya İslam dünyası?

İsrail’in gazabına uğrayan Gazze halkı için ayağa kalkması gereken 56 İslam ülkesi nerede? Dillerinden “din kardeşliği” düşmeyen liderler, neden bir araya gelip fındık kadar İsrail’e bile kafa tutamıyor? Neden her biri, bir diğerinden daha sessiz, daha kayıtsız, daha korkak?

Çünkü çoğu İsrail’in gölgesinde büyüyen petro-diktatörlükler. Çünkü bazılarının varlığı zaten o saldırgan devletin bölgesel planlarına hizmet ediyor. O yüzden bir kısmı ağzını hiç açmıyor, açanların ise ağzından yalnızca kof ve içi boş palavralar dökülüyor. Gazze yanarken, onlar diplomatik şiirler okuyor. Söz çok, cesaret yok.

Sahi, Netanyahu’nun organize katliam şebekesine “dur” diyebilecek bir babayiğit kaldı mı bu dünyada? Yoksa herkes, başka coğrafyalarda eğlenirken göğe yükselen füzeleri kaydeden kalabalıklara mı dönüştü?

Gazze artık dünya haritasında bir nokta değil. Bir ayna. Bize insanlığımızı gösteren, ya da göstermeyen, bir kırık ayna.

***

İran’la ilişkilerimiz öteden beri hem yakın hem de kırılgan. Orada çıkacak her karışıklık, bize dalga dalga ulaşır: Ekonomik kırılganlık, enerji kaynakları, sınır güvenliği… hepsi birden etkilenir. Türkiye, İran’daki her sarsıntının ilk hissedildiği ülkelerden biridir.

Diğer yanda, İsrail’le zaten uzun süredir diken üstünde ilerleyen bir ilişkimiz var. Daha geçenlerde Netanyahu'nun, “Osmanlı İmparatorluğu geri gelemeyecek,” diyerek Türkiye’ye gönderdiği tarihsel mesaj, aslında bir tehditten çok daha fazlasıydı: Bu toprakların ruhuna yönelik bir aşağılamaydı.

Bugün dünyanın dört bir yanından, “Üçüncü Dünya Savaşı başladı” sesleri yükseliyor. Kimine göre çoktan başladı, kimine göreyse eli kulağında. Bu tartışmanın içinde Türkiye’deki iktidar da yerini alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli, açık açık “Sıradaki hedef biz olabiliriz” diyorlar. 

Haklı olabilirler. İsrail’in İran’la olan savaşı Türkiye’ye sıçrarsa ne olur, sorusu artık komplo teorilerinin değil devlet açıklamalarının konusu.

Ama işte mesele tam da burada başlıyor. Çünkü iktidarın yüksek perdeden yaptığı “tehdit altındayız” açıklamalarıyla içeride izlediği siyasi pratikler birbirini tutmuyor. Eğer gerçekten bir dış tehdit varsa, dikkat ve enerji o cepheye yoğunlaşmalı değil mi? Oysa içeride tüm odak, muhalefeti sindirmeye yönelmiş durumda.

İktidarın eli tüm ağırlığıyla muhalefet belediyelerinin üzerinde. Bu yükleniş, kamuoyuna “hukuki süreç” olarak sunuluyor ki daha önce de yazdığımız gibi üzerinde durulması gereken ciddi başlıklar elbette var. Ancak burada sorgulanması gereken yalnızca dosyaların içeriği değil; yürütülme biçimi, seçilen zamanlama ve kullanılan dil. Çünkü bu mesele, tek başına adaletle ilgili değil. Aynı zamanda güçle, kontrolle, siyasetle ilgili. Toplumsal algının yönetilmesiyle, iktidarın kendi gündemini kurgulama biçimiyle ilgili.

İktidarın refleksi artık şöyle işliyor: Tehdit olarak gördüğünü hedefe al, halkın dikkatini oraya yoğunlaştır, meşruiyeti sorgulatmadan ilerle. Bu stratejide haklılık ikinci planda kalıyor. 

Asıl dert, içerideki tek sesli dengeyi sabit tutmak. Bu yolda her şey bir araca dönüşebiliyor: Uluslararası krizler, savaşlar da, yargı süreçleri de, kamuoyu algısı da…

İktidarın artık “anlatma” ihtiyacı yok. Yeni dönemin temel ilkesi şu: “Ben söylüyorsam doğrudur.” O yüzden siyaset, temsil olmaktan çıkıyor; gösteriye, dayatmaya, bir tür sessizlik yönetimine dönüşüyor. 

***

Türkiye’de kamu hayatının en istikrarlı sembolü nedir diye sorsalar, artık “anayasa” diyemeyiz hiçbirimiz. Ne partiler, ne kurumlar, ne ideolojiler… Hepsi değişti, tahrif edildi, dönüştürüldü.

Ama bir şey hep sabit kaldı: Koltuk sevdası. İktidar koltuğu. Parti koltuğu. Meclis koltuğu. Bürokrasi koltuğu. O koltuk, kimilerinin kafasında hükmetmek, görünür olmak, itibar toplamak demek.

Halbuki mevcut halimize bakınca, konuşmamız gereken tek koltuk aslında terapist koltuğu olmalıydı…

Hukuk artık bir vitrin süsü. Adalet arayan, önce dilekçe değil tanıdık arıyor. Yargı denen şey, siyasetin alt komisyonu gibi çalışıyor.

Genç işsizliği %30’ları zorluyor. İş bulan şükrediyor, bulamayan yurt dışına kaçmanın yolunu arıyor. Giden, bir daha dönmek istemiyor. Kalan, "ev genci" olup anne babasının emekli maaşına bakıyor.

Ekonomik kriz, sadece rakamları değil hayatları yutuyor. Bir asgari ücretlinin maaşı, market arabasının yarısına yetmiyor. Emekli olmak, artık dinlenmek değil, sürünmek anlamına geliyor.

Kadınlar sokakta öldürülüyor. Evde öldürülüyor. Devlet izliyor. 

Zorbalık, artık münferit değil; gündelik. 

Şiddet, istisna değil; iktidar dili.

Çiftçilerin yaş ortalaması 59. Gençler toprağa sırt çevirmiş.

“Hiçbir sorunum yok” diyen çiftçilerin oranı sadece %11. (O da muhtemelen anketi yanlış anlamıştır…) 

Devlet ne hakem, ne destek, ne güvence. Sadece gözleyen, bazen de engelleyen bir aygıta dönüşmüş gibi.

Ve evet… Dünya her geçen gün biraz daha saçma bir yere dönüşüyor. Belki de hep öyleydi de biz anlam yükleyerek katlandık bunca zaman.

Gerçekliğin ağırlığı yok artık.

Gerçek bile yerçekimsiz.

Ne acının ağırlığı kaldı, ne adaletin hacmi, ne vicdanın sesi. Bizi ayakta tutan ne varsa ya satıldı, ya susturuldu, ya unutturuldu.

Bu koca dünya artık bir garip dekor sadece. İçinde yaşamak değil, ancak rol yapmak mümkün. 

Tüm bu boşluğun ortasında, bir ses kalıyor geriye;

kırık bir sazın sesi gibi.

“Ah, yalan dünyada, yalan dünyada

Yalandan yüzüme gülen dünyada…”

Belki de haklıydı Neşet Usta. Bu dünya hep yalandı. Biz ise en çok, gerçeği ararken tükendik. Muradını alamamış herkes gibi biz de gidiyoruz… ve dünya, yine ellere kalıyor.

İlgili Konular: #İran-İsrail Savaşı

Yazarın Son Yazıları

Kötülüğün yeni yurdu

Psikoloji, hukuk, dinler ve gündelik ahlakın ortak ezberinde kötülük, bireyin içindeki karanlıkla açıklanır.

Devamını Oku
04.12.2025
Kasım Üzerine: Dökülmenin ve Hatırlamanın Zamanı

Kasım, takvimin yalnız ayı.

Devamını Oku
20.11.2025
Sadakat Çağında Muhalif Kalmak

Bir toplumun neye güven duyar? Akla mı, yoksa itaate mi?

Devamını Oku
13.11.2025
Bir Tapınağın Hikâyesi: Mekânlar Değişiyor, İnsan Hep Aynı Savaşın İçinde

Denizden 150 metre yukarıda, Akropolis’in kayalık tepesinde yükselen sütunlar…

Devamını Oku
06.11.2025
Cumhuriyetin aynasında bugün

Türkiye’de uzun zamandır yeni bir fikir doğmuyor.

Devamını Oku
31.10.2025
Bir ahlak meselesi… Temiz eller, kirli zihinler

Ahlak; herkesin ağzında dolaşan fakat kimsenin pek de hayatına almadığı kelime.

Devamını Oku
24.10.2025
Bir Mahpusluk Halidir Bu Memleket

Bir ülkeyi anlamak için hapishanelerine, yani adaletin son durağına bakabilirsiniz.

Devamını Oku
16.10.2025
Öfkenin İkliminde Yaşamak: Adaletin Suskun, Zorbanın Gür Olduğu Bir Ülke

Toplum adeta bir gerilim teline dönmüş durumda; dokunan yanıyor, çekilen tınlıyor, kimse sesin kime ait olduğunu ayırt edemiyor.

Devamını Oku
10.10.2025
Gücün yakıcılığı, çekiciliği ve kontrol edilebilirliğinin önemi

Güç, insanlık tarihinin en eski büyüsüdür: Çekici olduğu kadar sınayıcıdır da insana kendini tanrı sanma yanılsaması verir...

Devamını Oku
02.10.2025
Kayıp Meslekler, Kırık Hayatlar

İnsan yalnızca yaşayan, tüketen bir beden değildir; aynı zamanda anlam üreten, topluma katkı sunan bir varlıktır.

Devamını Oku
25.09.2025
Manşetlerin Gölgesinde “Hayat”

Her gün televizyonda, gazetelerde, sosyal medyada büyük sözler, manşetler, olağanüstü gelişmeler, son dakika olaylar…

Devamını Oku
18.09.2025
Eylül Manzarası: Eşitsizlikten Umuda Eğitim

“Çok çalışırsan her şeyi başarırsın”.

Devamını Oku
04.09.2025
Tarım, Toplum ve Gelecek: Bir Yeniden Kuruluş Çağrısı

Tarım, Toplum ve Gelecek: Bir Yeniden Kuruluş Çağrısı

Devamını Oku
21.08.2025
Aşktan Öte Dertler…

İnsanoğlunun istila ettiği bu yeryüzü, artık sadece coğrafyaların değil, dertlerin de haritası.

Devamını Oku
14.08.2025
Kendine mahkum, aşka ve suça kör

Var olmak için nefes almak yetmez; insan bir yere ait hissetmek ister, bağ kurmak.

Devamını Oku
07.08.2025
Her yaz aynı alevlere uyanmak kader değil!

Dünyanın nefes almayı unuttuğu yıllar…

Devamını Oku
31.07.2025
LGS ve Eğitimin Hal-i Pürmelali, Siyasi Ahlakın Evrildiği Yer ve Bahçeli’nin Temsil Önerisinin Anlattıkları

Bu yıl LGS’de 500 tam puan alan 719 öğrenciyle rekor kırıldı. Geçtiğimiz yıl bu sayı 352’ydi. Sınav zor; ama başarı fazla…

Devamını Oku
24.07.2025
Speed ve Galata: Sistem Hatası Veriyor - Kulenin Tepesinden Bakınca Görünen; Liyakatsizlik

İstanbul’un siluetine yüzyıllardır tanıklık eden Galata Kulesi…

Devamını Oku
17.07.2025
Dev aynasındaki bireyler ve hakikatin yerine geçenler

Dev aynasındaki bireyler ve hakikatin yerine geçenler

Devamını Oku
10.07.2025
Ütopyanın Maskesi, Distopyanın Gölgesi

Bir hayal ve bir kâbus: Ütopya ve distopya. Genellikle “var olmayan dünyalar” diye tanımlanırlar.

Devamını Oku
03.07.2025
İsrail-İran Savaşı Ekseninde Çivisi Çıkan Dünya

İnsanlığın kolektif aklı çöküyor gibi uzunca bir zamandır...

Devamını Oku
19.06.2025
Görmenin ve anlamanın göreceli olduğu bir dünyada hakikati kim belirler?

Batı felsefesi binlerce yıldır görmeyi yüceltir. Duyular arasında en "akıllı", en "ruha yakın" olan hep görme sayılmıştır. Platon, Timaios’ta, “Görüşümüz gerçekten de bize en büyük yararı sağlamıştır,” der. Çünkü ona göre göz, zihnin kapısıdır; ruhun dışarıyı yokladığı bir uzantı.

Devamını Oku
12.06.2025
Kendi Celladına Aşık Olmak: Gücün Büyüsüne Kapılan Toplumlar

Toplumlar bazen göz göre göre karanlığa yürür. Hatta yürümekle kalmaz, o karanlığa âşık olurlar. Tıpkı bazı bireylerin kendine zarar veren ilişkilerde ısrarla kalması gibi.

Devamını Oku
29.05.2025
Dans Vebası: İnsanlığın Ayaklarıyla Çığlık Atışı

1518 yazı. Strasbourg’un taş sokaklarında bir kadın, Frau Troffea, kimseye aldırmadan dans etmeye başladı. Ne müzik vardı ne şenlik. Zaten yüzünde de neşeye dair tek bir iz yoktu.

Devamını Oku
22.05.2025
İstanbul’u imar adaleti kurtaracak (Değiştirilmesi Gereken Boğaziçi İmar Yasası ve Kentsel Dönüşüm)

İstanbul'u imar adaleti kurtacak (DEĞİŞTİRİLMESİ GEREKEN BOĞAZİÇİ İMAR YASASI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM)

Devamını Oku
01.05.2025
Ülkenin Gerçek Beka Sorunu: Umudu Tükenen Toplumlarda Nüfus Kaçınılmaz Olarak Yaşlanır

Ülkenin Gerçek Beka Sorunu: Umudu Tükenen Toplumlarda Nüfus Kaçınılmaz Olarak Yaşlanır

Devamını Oku
24.04.2025
Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı

Sadece Ahmet Değil: Bu Ülkede İyilik Konu Edildi, Kötülük Sıradanlaştı

Devamını Oku
17.04.2025
Beyin Göçü Savaşları veya Zekânın Büyük Kaçışı: Türkiye Neden Tutamıyor?

Beyin Göçü Savaşları veya Zekânın Büyük Kaçışı: Türkiye Neden Tutamıyor?

Devamını Oku
20.03.2025
Suriye'de Alevi katliamı; göz ardı edilen kan ve gözyaşı ve diğer yaşananlar

Suriye'de Alevi katliamı; göz ardı edilen kan ve gözyaşı ve diğer yaşananlar

Devamını Oku
13.03.2025
Kritik Trump-Zelenski Zirvesinin Perde Arkası: Güç Oyunları, Bir Kez Daha Kürt Açılımı ve Edip Akbayram’ın Ardından…

Kritik Trump-Zelenski Zirvesinin Perde Arkası: Güç Oyunları, Bir Kez Daha Kürt Açılımı ve Edip Akbayram’ın Ardından…

Devamını Oku
06.03.2025
Boşvermişlik Yangınları: Teğmenlerin İhracından Otel Trajedisine Bir Toplumsal Duyarsızlığın Anatomisi

Boşvermişlik Yangınları: Teğmenlerin İhracından Otel Trajedisine Bir Toplumsal Duyarsızlığın Anatomisi

Devamını Oku
06.02.2025
Toplumun Karanlık Kavşakları: Bir mimarın son durak hikâyesi, trafik çilesi ve asfalt üzerinde insanlık cinneti

Toplumun Karanlık Kavşakları: Bir mimarın son durak hikâyesi, trafik çilesi ve asfalt üzerinde insanlık cinneti

Devamını Oku
26.12.2024
Hakikat yorgunu bir toplum: Beyin çürümesi, haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler

Hakikat Yorgunu Bir Toplum: Beyin Çürümesi, Haksızlıklar, Hukuksuzluklar, Adaletsizlikler

Devamını Oku
18.12.2024
Suriye’nin Küllerinden Yükselen Kaos: İnsan Hakları Günü’nde Yeni Haritalar, Yeni Sınavlar

Suriye’nin Küllerinden Yükselen Kaos: İnsan Hakları Günü’nde Yeni Haritalar, Yeni Sınavlar

Devamını Oku
17.12.2024
Suriye’nin küllerinden yükselen kaos: İnsan Hakları Günü’nde yeni haritalar, yeni sınavlar

Suriye’nin küllerinden yükselen kaos: İnsan Hakları Günü’nde yeni haritalar, yeni sınavlar

Devamını Oku
10.12.2024
Machiavelli'nin Gölgesinde Modern Siyasetin Zalim Oyunları; Türkiye’den Suriye’ye

Machiavelli'nin Gölgesinde Modern Siyasetin Zalim Oyunları; Türkiye’den Suriye’ye

Devamını Oku
04.12.2024
Öncesi ve sonrasıyla Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

Öncesi ve sonrasıyla Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

Devamını Oku
26.11.2024
Yalnız değilsiniz: Dost uzanan eller uzak olmasın…

Yalnız değilsiniz: Dost uzanan eller uzak olmasın…

Devamını Oku
20.11.2024
Mülksüz yeni nesil ve İzmir, Selçuk’ta mülksüzlük içinde kaybolan 5 minik can

Mülksüz yeni nesil ve İzmir, Selçuk’ta mülksüzlük içinde kaybolan 5 minik can

Devamını Oku
14.11.2024
Yenidoğan Çetesi ve MHP Genel Başkanı Bahçeli Öcalan'a umut hakkı istedi

Yenidoğan Çetesi ve MHP Genel Başkanı Bahçeli Öcalan'a umut hakkı istedi

Devamını Oku
23.10.2024