Sinan Meydan
Sinan Meydan sinan.meydan@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Hangi halifelik? (1)

03 Ocak 2024 Çarşamba

“Hilafet demek bütün İslam âlemini kapsayan bir yönetim demek ise tarihte bu hiçbir vakit görülmemiştir. Bütün İslam âleminin bir noktadan sevk ve idaresi, halife adında bir adam tarafından sevk ve idaresi görülmemiştir... Diğer bir prensip, şeran, dinen hilafet denilen şey yoktur.” (Mustafa Kemal Atatürk, 16-17 Ocak 1923, İzmit) 

Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesinin siyasal İslamcılar için çok “sembolik” bir anlamı vardı. Ayasofya, Saidi Nursi’den Necip Fazıl’a Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet’le hesaplaşmak isteyen çevrelerin iki önemli sembolünden biridir. Siyasal İslamcıların ikinci sembolleri halifeliktir. Nitekim Ayasofya camiye dönüştürüldükten sonra İslamcı “Gerçek Hayat” dergisi, “Artık Ayasofya ve Türkiye hür! Hilafet için toparlanın!” başlıklı bir kapakla çıkmıştı. Son olarak 2024’ün ilk gününde düzenlenen Gazze mitinginde hilafet bayrağı açıldı ve köktendinci Hizb-ut Tahrir’in yayın organı Köklü Değişim “hilafet çağrısı” yaptı. Gerçek şu ki siyasal İslamcı iktidardan yüz bulan laik Cumhuriyet düşmanı gerici-bölücü gruplar, halifeliği silah olarak kullanarak laik Cumhuriyet’e açıkça meydan okuyorlar. Bu meydan okumaların ilki, 1925’te Şeyh Sait İsyanı’yla gerçekleşmiş, Şeyh Sait, “halifeliğin kaldırılmasını” bahane ederek Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı silahlı bir isyan başlatmıştı. İsyan devam ederken TBMM, 25 Şubat 1925 tarihinde “dini siyasete alet emenin vatana ihanet suçu olduğunu” belirten bir kanun çıkarmıştı. Ne tesadüftür ki son günlerde o Şeyh Sait, Türkiye Cumhuriyeti düşmanı gerici ve bölücüler tarafından “kahraman” ilan edilmek isteniyor.

Halifelik üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik saldırıların artması nedeniyle iki hafta boyunca halifelik hakkında yazacağım. Bu iki yazımda, “Halifelik nasıl ortaya çıkmıştır? Halifelik Müslümanları birleştirmiş midir? Atatürk halifeliği neden ve nasıl kaldırmıştır?” gibi sorulara yanıt vereceğim. 

***

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen cumhuriyet rejiminin karakteri laiktir. "Kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanların ve halifelerin laik Cumhuriyet’te hiçbir yeri yoktur. Bu nedenle TBMM, cumhuriyeti ilan etmeden önce saltanatı, cumhuriyeti ilan ettikten sonra da halifeliği kaldırmıştır. Dolayısıyla saltanatı veya halifeliği geri getirmeye çalışmak, bunun için halkı kışkırtmak, laik Cumhuriyet’e yönelik bir karşıdevrim çağrısıdır ve bu anayasal bir suçtur.

HALİFELİK NEDİR?

Kuran’da Hz. Adem’den “yeryüzündeki halife” olarak söz edilmektedir. (Bakara: 30) İlahiyatçılara ve Kuran’a göre halife insandır.

İslamın temel kaynağı Kuran’da Allah’ın veya peygamberin vekili veya halefi anlamında bir halifelik yoktur. İlahiyatçılara göre hiçbir fani, Allah’ın halefi veya temsilcisi olamayacağından ve Hz. Muhammed de son peygamber olduğundan, halife, Allah’ın veya peygamberin vekili değildir. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Peygamberlik bitmiştir. Biten, mühürlenen kurumda vekilden söz edilemez” diyor. (1) Muammer Esen de “İnsanın Halifeliği Meselesi” adlı makalesinde “Allah’ın halifesi kavramının hiçbir şekilde Kuran’da geçmediğini” belirtiyor. (2) Bu durumda Hugh Kennedy’in ifadesiyle “Halife, peygamberin yaşarken ifa ettiği dünyaya ve yönetime dair işlerden bazılarını yürüten sıradan bir adam olabilir.” (3) Gerçekten de Hz. Ömer’den itibaren neredeyse bütün halifelere “Emirül Müminin” (Müminlerin Emiri) unvanı verilmiştir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 11, s.156, 157) Emir, “kumandan” veya “bey” anlamlarına gelmektedir. “Emirül Müminin” adı verilen halife, Müslümanların dünya işlerini yürüten lideri, yani devlet başkanından başka bir şey değildir. (4) 

Özetle, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra onun yerine devletin başına geçecek kişinin belirlenmesi halifeliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Yani halifelik dinsel bir gereklilikten değil, siyasal bir ihtiyaçtan doğdu.

Buna rağmen özellikle Emevi Halifesi Muaviye’den itibaren halifeler kendilerini “peygamberin halefi” olmanın ötesinde “Allah’ın halefi” olarak görmeye başladılar ve bu görüş, halifelik kaldırılıncaya kadar devam etti. Örneğin, Osmanlı halife-padişahları kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak adlandırmaktan çekinmediler. Prof. Dr. Öztürk, 1876 Anayasası Kanuni Esasi’de Osmanlı halife-padişahına verilen sıfatların birçoğunun Kuran’da Allah’a verilen sıfatların aynısı olduğunu belirterek “mukaddes padişah, kutsallar kutsalıdır, sorgulanamaz, sorumlu tutulamaz!” diyor (5).

Halifelik devleti yönetme zorunluluğundan doğmuştu, ancak halifelerin yönettiği devletler dinsel kuralların, dinsel hukukun egemen olduğu devletlerdi; bu nedenle halifeler kendilerini peygamberin halefi ve hatta daha ileri giderek Allah'ın yer yüzündeki gölgesi olarak konumlandırıp şeriatın, dinsel hukukun en üst düzey temsilcisi haline geldiler, böylece İslam dünyasında halifeliğini ilan eden emirler, sultanlar, padişahlar adeta dinsel bir dokunulmazlık kazandılar.

II. Abdülhamit ile II. Wilhelm’i kol kola gösteren bir çizim

TARİHTE HALİFELİK

Yaygın düşüncenin aksine halifelik tarih boyunca Müslümanları birleştirmedi, tam tersine böldü. Halifelik ilk dört halife döneminden itibaren siyasal çekişmelere ve kavgalara neden oldu. Öyle ki bir tür seçimle göreve gelen ilk dört halifeden üçü; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali katledildi. Halifelik daha doğarken kardeş kanı aktı; hilafet, Sıffin Savaşı ve Kerbela olayı gibi kanlı “emirlik” kavgaları üzerinde yükseldi. Bütün bu kavgaların merkezinde “siyaset” vardı; bu kavgalar devletin başına geçme, “müminlerin emiri” olma kavgasıydı. 

Emevi Halifesi Muaviye, seçime son verip halifeliği saltanata dönüştürdü. Halifelik savaşları yaşandı. Hz. Hüseyin halifelik uğruna katledildi. Emevi halifeleri içinde bozuk ahlaklı, kan dökücü, her türlü kötülüğü yapan halifeler vardı. Abbasiler döneminde de hareminde çok sayıda cariyesi olan halifelerden söz eden kaynaklar var.

Tarih boyunca bütün İslam dünyasını tek bir noktadan yöneten tek bir halife hiç olmadı. Çünkü monarşik güçlerini “halifelik” unvanıyla daha da artırmak isteyen Müslüman hükümdarlar, fırsat bulduklarında kendilerini halife ilan etmekten çekinmediler. Bu nedenle İslam dünyasında aynı anda birkaç halife hüküm sürdü. Örneğin 910’da Abbasi Halifeliği devam ederken Şiiler Fatimi Halifeliği’ni kurdular. 929’da Bağdat’ta Abbasi Halifeliği, Mısır’da Fatimi Halifeliği devam ederken İspanya’da Endülüs Emevi Halifeliği ilan edildi. Böylece 10. yüzyılda İslam dünyasında aynı anda üç halifelik ortaya çıktı. Sünni Abbasiler ile Şii Fatimiler arasında iktidar ve nüfuz mücadelesi uzun yıllar boyunca devam etti.

11. yüzyıl başlarında İspanya’daki Endüslüs Emevi Devleti iyice zayıfladı. Halifelikten kaynaklanan iç kavgalar nedeniyle devlet ileri gelenleri 1031’de halifeliği kaldırdılar, hilafeti elinde tutan sülaleyi sürgün ettiler, içlerinden -halife ailesiyle alakası olmayan birini- yönetici seçtiler. Böylece tarihte ilk kez Endülüs Emevi Devleti halifeliği kaldırmış oldu. İşin ilginç yanı, kaldırılan halifeliği kimse yeniden diriltmeye çalışmadı. (5) 

1058’de Bağdat’a giren Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Abbasi halifesinin siyasi yetkilerini elinden aldı, halifeyi sadece dinsel işlerden sorumlu hale getirdi. Tuğrul Bey böylece çok erken bir tarihte din ile siyaseti birbirinden ayırdı. Atatürk, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in, Abbasi halifesini kontrolü altına alarak halifenin siyasi yetkilerini kendi üzerine aldığını; dini başkanlığı kabul etmeyerek laik bir devlet reisi kalmayı tercih ettiğini belirterek bunu takdir edip, Tuğrul Bey’in eline fırsat geçmişken o zaman halifeliği kaldırmamasını “hata” olarak yorumlamış ve bu hatanın sonradan bütün Türk-İslam tarihini olumsuz etkilediğini ifade etmiştir. İşte Atatürk, 11. yüzyılda Tuğrul Bey’in yarım bıraktığı işi 20. yüzyılda tamamlayıp halifeliği kaldıracaktır.

1258’de Irak’ı ele geçiren Moğol Sultanı Hülagü, Abbasileri yerle bir etti, son halifeyi de vahşice katletti. Kadere bakın ki Abbasilerin ilk halifesi Ebül Abbas Seffah da zamanında Emevileri kılıçtan geçirmişti.

1031’de Emevi Halifeliği, 1071’de Fatimi Halifeliği, 1258’de de Abbasi Halifeliği yıkıldı. Bu boşlukta halifeliğe Mısır’daki Memlük Devleti sahip çıktı.

Halife Memlüklerdeyken diğer İslam devletleri Memlüklere biat etmediler. Tam tersine Müslüman Osmanlı Devleti, 1517’de Müslüman Memlüklere saldırdı. Yavuz Sultan Selim, 1517’de Memlük Devleti’ne son verip halifeliği ele geçirdi. Ancak bu sefer de diğer İslam devletleri Osmanlı hilafetini tanımadılar. Mahmut Goloğlu’nun ifadesiyle “Osmanlı padişahları sadece kendi ülkelerindeki Müslümanların halifesiydiler. Yani bütün dünya Müslümanlarının halifesi hiç olmadılar.” (7) 

1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması’nda Ruslar Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenince Osmanlı da - halifelikten yararlanarak- Kırım Müslümanları üzerinde benzer bir hak ileri sürdü. Osmanlı’da halifelik ilk kez resmi olarak Aynalıkavak Tenkihnamesi’nde (1779) yer aldı. 

II. ABDÜLHAMİT VE HALİFELİK

II. Abdülhamit halifeliği bir güç olarak kullanmak istedi. 1876 Anayasası Kanuni Esasi’nin 3. maddesine göre padişah aynı zamanda halifeydi. 4. maddesine göre padişah halife olarak İslam dininin koruyucusuydu.

1897’deki Yunan zaferi, İslam dünyasında Abdülhamit’in şöhretini artırdı. O sırada İngiltere’yle rekabet eden Almanya, Abdülhamit’in halifeliğini kullanmak istedi. Bu amaçla 1898’de Kayzer II. Wilhelm İstanbul’a gelip II. Abdülhamit’i ziyaret etti. Oradan Suriye, Filistin’e gitti. II. Wilhelm, Şam’da Müslüman kılığına girip Selahaddin Eyyübi’nin Türbesi’ni ziyaret ettikten sonra yaptığı konuşmada “Abdülhamit 300 milyon Müslümanın halifesidir, ben de onun dostuyum!” dedi. (8) 

Almanya, Abdülhamit’in şahsında “halifeliği” bir silah olarak kullanmak istiyordu. Abdülhamit dönemindeki Berlin-Bağdat ve Hicaz demiryolu projelerinin ardında da Almanya’nın halifelik planı vardı. Ancak Alman halifelik planına karşı İngilizler hemen harekete geçtiler; Kuveyt, Necit, Hicaz, Asir, Yemen, Sudan mahalli Müslüman liderlerini Osmanlı’ya karşı ayaklandırdılar. 1885-1906 arasında buralardaki Müslüman liderler Abdülhamit’in halifeliğini tanımayarak isyan ettiler.

Sonuçta II. Abdülhamit’in “halifelik silahı” ne Fransa’nın Tunus’u işgaline, ne İngiltere’nin Mısır’ı işgaline, ne Bosna Hersek’in Avusturya’ya bırakılmasına, ne de Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına engel olabildi, çünkü bu kurusıkı bir silahtı.

II. Abdülhamit döneminde Rusya, Orta Asya’da Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarını ele geçirdi. Bu Müslüman hanlıklar, Osmanlı halifesinden yardım istediler. Mozambik ile Madagaskar arasında Komor Adaları’ndaki Müslümanlar da Fransız tehdidine karşı Osmanlı halifesinden yardım istediler. Fakat II. Abdülhamit bu Müslümanların hiçbirine yardım etmedi, edemedi. (9) Halifeliğin Müslümanları birleştirdiği koca bir yalandı.

Kısacası Atatürk’ün dediği gibi tarihte bütün İslam dünyasının bir halife tarafından yönetildiği görülmemiştir. Halifelik hiçbir dönemde İslam dünyasını birleştirmemiştir. Müslümanların sorunlarına çözüm olmamıştır.

***

Gelecek hafta: İngilizlerin Arap halife planı neydi? Halifelik neden ve nasıl kaldırıldı? Atatürk’ün halifelik hakkındaki düşünceleri nelerdir? 

Dipnotlar: 

1. Yaşar Nuri Öztürk, Kuran Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış, 4. bas, İstanbul, 2012, s. 267, 279. 

2. Muammer Esen, “İnsanın Halifeliği Meselesi”, AÜİFD, XL V (2004), S.1, s. 15-38.

3. Hugh Kennedy, Hilafet, İstanbul, 2019, s. 31.

4. Kennedy, s. 31.

5. Öztürk, s. 148.

6. Kennedy, s. 198.

7. Mahmut Goloğlu, Halifelik, İstanbul, 2012, s. 23.

8. Cüneyt Akalın, Halifelik Neden Kaldırıldı, İstanbul, 2014, s. 10.

9. Kennedy, s. 218-219.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyetin kreşleri 27 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları