Sadece Cumhuriyetin kurtuluş-kuruluş savaşları sonrası ülkemizin yaşanmış Cumhuriyet tarihi için geçerli olduğunu savlarsak kendimizi kandırmış bile olabiliriz. Dünya ölçeğinde seçimlerin geçerli olduğu, dünyanın en güçlü ülkelerinin tarihlerinde bile, sivil iktidarların iktidarda kalabilmelerinde, üst üste aynı lider, aynı parti kimliği ile yaşanmış bir başka örneği gösteremezsiniz. En azından birçok kez seçilebilen liderler, benzer kimlikli partiler örnekleri çok yaşanmış olsa bile değişimler, gelgitler söz konusudur.
2002 yılından günümüze cumhurbaşkanı kimliği ile Recep Tayyip Erdoğan’ın var oluşunu açıklamasını, taşları yerlerine oturtarak doğru okuyabilmenin zamanı geldi de geçmedi mi? Kendine hayranlık, güce tapmada Amerika’daki düzene güvenen Trump bile kendini bir zirvede, bir dipte buluyor olarak gidip gelmedi mi? Menderes’e tapanlar ile çok kızanların ayrı saflardan oluşları bir yana, diktatör kimliğini yakıştırmış olanlarının bile, ne yazık ki gerçek bir emperyal provokasyon oyununun sonucu olarak, toplumsal suçları yerine, cımbız davası üzerinden idam edilmesine isyan etmediler mi?
***
Ötesi daha gerçekçi değerlendirmeler ile, ülkemiz insanlarının emperyal güçlerin odağından oynanan oyunlar tuzağında, toplumsal bilinçlenme yerine birbirlerine düşman bırakılarak daha kolay sömürülmelerinin aracı olduğu gerçeği ile yüzleşmediler mi? Arkasından kan davası adına Deniz Gezmiş’lerin idamı geldi. Morrison Süleyman kimliği ile Demirel 1970’lerde çok etkili siyasal oyunların içinde olmamış mıydı? Yine de kıvrak zekâsı ile zamanlamasını iyi kullanarak şapkasını alıp, gidip gelerek çok uzun süre ayakta kalabildi.
Demokrasiye dönük evrimini, dersini, yine zekâsı sayesinde, Bülent Ecevit ile birlikte 12 Eylül’de Zincirbozan’da kaldıktan sonra kazandı. 12 Eylül’ü liberalizmin kirli düzeni adına kullanmayı başarmış Özal’ın karşısına çıkma gerçekçiliğini de yaşadı. Taksim’de katıldığı ilk sivil toplantıda, bilinçli ses tonunu yükselterek, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ile nasıl dostluk kurduğunu anlatıyordu. Kişisel kanım zekâsı yanında, ne de olsa Cumhuriyet kurumlarının en ileri eğitim olanklarından yararlanabilmiş olmasının da payı vardı.
***
Demem o ki 2002’den günümüze, Cumhuriyet tarihimizin bütünlüğü içinde zikzaklı da olsa yaşanmış kazanımları, birikimleri sürekli geriye çeken, dünyada yaşanabilmiş bir örneği de olmayan yaşadıklarımızın nedenlerini doğru okuyabilmek gibi bir sorumluluğumuz olmalı. Siyasette inançları, din sömürüsünü pervasızca kullanmış siyasetçilerimizin örnekleri kuşkusuz çok oldu. Kimileri inançları gereği dindar olsalar da etik değerleriyle kindar olamayıp ellerinden geldiğince de kirlenmekten kaçındılar. Kimileri ise kirli kazançların tutsağı oldular. En acısı haramdan pay alayı dindarlık olarak pazarlama sınırlarını da taşarak her tür kirliliğe, harama, ahlaksızlığa el attılar.
İçinde bulunduğumuz yaşam koşulları, yaşamakta olduğumuz gerçeklere bir bakar mısınız? Yüz yüze kaldığımız son yangın söndürme faciasında 10 gencimiz öldü. Kimi yardım, kimi ekmek derdindeydi. İklim değişikliğinin yangınları patlatan etkisinin acısı başka, siyasi erk adına alınan kararlarla yeşil alanlarımızın, zeytinliklerimizin doğa katliamı niteliğinde yok edilmelerini getiren yağma düzeninin sonuçları çok başka.
Gerçek şu ki ülkemizin sürüklendiği zincirleme haksızlıklar, vurgunlar, yağmaların sonucu bu ülkenin siyasi geçmişleri nereden gelmiş olursa olsun, yüzde 90’ın üstünde insanın yaşamını karabasana çevirdi. Geri dönüşü olamayacak bir uyanışla, yokluklar içinde yaratılmış, kazanılmış Cumhuriyet değerlerine dönüş, dünkü manşetimizde yer aldığı üzere “Bu ülkenin kararı Cumhuriyet” oluyor.