Ulusal gelirimiz 2025 yılının ilk çeyreğinde yüzde 2 arttı.
Bunu TÜİK söylüyor. TÜİK’e göre Türkiye’de yaşayan her bireyin ortalama reel alım gücü yüzde 2 arttı.
Peki gerçekten de piyasalarda ve hanehalkı gelirlerinde kıpırdanma bu kapsamda mı olmuştur?
Söylemek biraz zor, doğal olarak. Bunun temel nedeni esasında ulusal gelirin en az iki bileşeninin analizindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu bileşenlerin birincisi üretim yoluyla hesaplanan ulusal gelir (GSYH: Gayri safi yurt içi hasıla), ikincisi ise tüketim yani talep bazlı hesaplama.
Bu iki fotoğrafı biraz irdelemek ve değişkenliği açıklamak gerekir.
Toplam üretim değeri ile tüketim yani talep değerlerinin aynı olması ulusal hesaplarda beklenen bir sonuç olmasına rağmen her bir hesabın detayındaki kalemlerin davranışlarının aynı olması gerekmeyebilir. Farklılık olsa bile yine de büyük hacimli davranış değişiklikleri ekonominin sağlığı hakkında oldukça fazla bilgi verir bize.
En önemli bilgi seti GSYH’nin ülke ekonomisinin potansiyel büyüme oranına göre ne olduğudur. Maliye bakanımız dahil pek çoğumuz bu durgunluk döneminde yüzde 2’lik bir reel büyümeye “ılımlı” da olsa sevinebilir, “Küçülmekten daha iyi bir konumdayız” yorumlarını da düşüncemize ekleyebiliriz. Öte yandan, TÜİK verilerinde gözükmese de ekonomik büyüme oranının potansiyel büyüme oranımız olan yüzde 6’dan daha düşük gerçekleşmesinin işsizlik oranını yükselten en büyük neden olduğunu bilmemiz gerekir.
Bu yapısıyla büyümemiz hastalıklı bir büyümedir. Diğer bir ifadeyle işsizliği ve sosyal sorunları artıran bir büyümedir ortada olan.
Şimdi isterseniz biraz arz (üretim) ve talep (tüketim) uyumuna/uyumsuzluğuna göre değerlendirelim büyüme verilerini.
Çoğu zaman olduğu gibi rantın kaynağı olan inşaat sektörü ekonomik büyüme oranının artı çıkmasında en büyük rolü oynamıştır 2025 ilk çeyreğinde.
Bunu bilişim ve iletişim sektöründeki büyüme izlemiş ve finans sektörü ise sıfıra yakın cılız bir büyümeyle ilk çeyreği kapatmıştır. Esas can alıcı nokta ise üretimin can damarları olan tarım ile sanayi sektöründeki gerçekleşen küçülmedir. Uzun zamandan beri ortalama büyüme oranı sıfırda seyreden sanayideki küçülme oranı yüzde 1.8 olurken aynı küçülme tarımda ise bu yüzde 2 olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir ifadeyle üç ana gruptan reel üretime bağlı ikisinde küçülme yaşanırken diğerinde (hizmetlerde ise) cılız da olsa bir büyüme gerçekleşmiş.
Şimdi bunu not edelim buraya.
Gelelim toplam talep yapısına.
Bildiğimiz üzere toplam üretim toplam talebe, onların da büyüme oranları birbirine eşit olmalıdır. Talep yani harcama yönünde payı yüzde 60’larda olan hanehalkı tüketim harcamasının büyüme hızının 2024 yılının ilk çeyreğe göre yüzde 7’lerden 2’lere düşmesi dikkat çekici bir durumdur. Zaten enflasyonla mücadelenin, işgücü gelirlerindeki baskınlanmanın ve reel alım gücünün her yönüyle kıskaca alınmasının bir tür doğal sonucudur bu. Yani cılız büyümenin fırsat maliyeti gelirsizlik ve fakirlik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sadece bu da değil.
Yatırımlardaki artışın yüzde 9’lardan yüzde 2’lere, devlet tüketim harcamalarındaki büyümenin yüzde 5’lerden 1’lere düşmesi durgunluğun diğer göstergeleri olmuştur.
Dövizin baskılanması ve yerel zincirde iç üretim maliyetlerinin artması nedeniyle ithalat bu dönemde yüzde 3 büyümüştür. Bu büyüme trendinde tüketim malları ithalatının payının da sürekli bir seyirde artmasını da gözardı etmemek gerekiyor.
Diğer taraftan, toplam talep tarafında en can alıcı gösterge ise bu baskı ve üretim maliyetleri artışı nedeniyle ihracattaki küçülme göstergesidir.
Yatırım harcamaları hızındaki cılız artış her ne kadar inşaat sektöründeki yüzde 7.3’lük büyümeyle çakışsa da makine-teçhizat ve imalat sanayisi kapasite artışı açısından henüz güçlü bir sıçrama yaratılmadığını söylemek yanlış olmaz.
Özetle, nereden bakarsanız bakın sunulan yüzde 2’lik büyüme oranı ulusal gelirdeki bileşenlerinde gösterdiği farklı davranışlarla kararlı bir birliktelik sunmamaktadır. İhracatın reel olarak durağan halde kalması dış talebin yanında iç üretim gücünün de zayıfladığına işaret etmektedir. İthalatın yüzde 3’lük yükselişi iç talep kaynaklı aramalı ve yatırım malı alımlarının hâlâ devam ettiğini gösterirken, sanayi ve tarımdaki daralmanın hizmetler ile dengelenmesi de hastalıklı bir ekonomik yapıyı bize vermektedir.
Tüm bunlar, doğal olarak TÜİK ekonomik büyüme verileri yanında, reel büyüme hesabında kullanılan enflasyon ve deflatör verilerinin doğru olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Bu varsayımın ne kadar akıldışı olduğunu ise herkes biliyor.