‘Beni bul anne!’

16 Ağustos 2018 Perşembe

Kulaklarımda onların çığlığı. “Beni bul anne!” diye haykırıyorlar! Beni de, beni de, beni de... “Seni özledim anne”...
Onlar, kardeş, ağabey, baba, eş, sevgiliydiler. Çocuktular. Analarının babalarının, eşlerinin ya da çocuklarının biriciğiydiler. Eşsizdiler.
Günün birinde... Kaybolmadılar. Kaybedildiler.
Derin devletin dönen çarkları arasında kaybedildiler. Her direneni ezmeye kararlı, insan öğüten dişliler arasında kaybedildiler... Karanlık çıkar ilişkilerin çıkışı olmayan labirentlerinde... Emniyette, gözaltından ya da karakolda... JİTEM’de ve kontrgerillada... Hapislerde, zindanlarda ve de işkencede... Sokak ortasında, ormanların karanlığında ya da dağ başında kaybedildiler...
Bir, üç, beş değil yüzlerceydiler. Adları değişti, yaşları değişti; yazgıları, akıbetleri, faili meçhul olmayan katliamlarla yok edildikleri gerçeği değişmedi.
Hitler döneminde Nazilerin yöntemiydi. Şili’de Allende’nin katlinden sonraki uygulamaydı. Arjantin’de Videla’nın muhaliflerine karşı sindirme hareketiydi insanları “kaybetmek”, yani yok etmek... Türkiye Cumhuriyeti de bu pis tarihin bir parçası oldu. Almanya, Şili ve Arjantin, bununla yüzleşti, hesap verdi. Türkiye Cumhuriyeti, hayır . Ne bir yüzleşme, ne de hesap soranlara karşı bir saygı, bir yanıt verme çabası, bir empati... Ne de vicdan...
Sadece onlar, sadece Cumartesi Anneleri kayıpların peşine düştü. Kaybedilen çocuklarını bulmayacaklarını bilseler bile; sevdiklerinin hayatından umudu kesmiş olsalar bile peşini bırakmadılar... Gerçeği öğrenmek için, çocuklarının kemiklerine, mezarına ulaşmak için, hesap sormak için, adalet aramak için, her cumartesi canlarını kanlarını ortaya koydular. Haftalarca, yıllarca...
Galatasaray’da, canlarının fotoğrafları ellerinde, ilk oturma eylemlerini yaptıklarında anımsıyorum yanlarında çocuklar da vardı. Yıl 1995’ti.
Unutmadım: Neden çocukları da getiriyorsunuz diye sorduğumda, bir annenin verdiği yanıt kanımı dondurmuştu: “Onun da kaybedilmemesi için.” Bir çocuğu kaybedilen, öteki çocuklarını da kaybetmekten korkuyordu...
Sonra her cumartesi polis şiddeti, polis saldırısı, coplar, gözaltılar... Cumartesi Anneleri direndi. Gözyaşlarını, acılarını ve umutlarını polis copuna kalkan kıldılar...
Bugün o çocuklar büyüdü yetişkin delikanlılara, genç kızlara dönüştü.
Sonra AKP dönemi. Tamam dediler. Biz, kayıplarınızla sizi buluşturacağız dediler. Parti programımızda var dediler. Hesap soracağız dediler. Sonra... Hiç...
Belki daha ilk günden Cumartesi Anneleri’nin sesine kulak verilseydi, bugünlere gelmezdik. Son kayıp bulunana dek mücadeleye devam etmezsek korkarım ki, insanlığımızı da kaybedeceğiz.
Kulaklarımda “Beni bul anne” çığlığı... Dilimin ucunda Nevzat Çelik’ten üç dize:
“Annem yıldız kayıyor içinden dilek tut koşuyor sana kısa pantolonlu çocuk gözünde gözümde gözlerinde bin umut”

***

Sevgili Okurlar; 26 Ekim 2014 tarihli bu yazı bu konuda yazdıklarımdan sadece biri... Önceki gün gelen bir mektup üzerine yeniden yayımladım. Mektup, Cumartesi Anneleri’nden... Türkiye’nin en uzun barışçıl protestosunu yapanlardan... Devletin güvenlik güçleri tarafından gözaltında kaybedilen evlatlarının, eşlerinin, kardeşlerinin, akıbetlerinin açıklanması ve sorumluların yargılanmasını isteyenlerden... 25 Ağustos’ta İstanbul Galatasaray Meydanı’nda 700. kez buluşup, insanlığın vicdanına seslenecekler.
“25 Ağustos’ta sen de Galatasaray’a gel” çağrılarını, herkes duysun istedim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları