Çözümsüzlükte anlaşmak

09 Ağustos 2019 Cuma

Bulutların üzerinde gezinenlerin Fırat’ın doğusuna Türk müdahalesini bekledikleri bir sırada, Ankara ile Washington “güvenli bölge” konusunda anlaştıklarını açıkladılar.
Berrak yazılarıyla kavram kargaşasını gideren arkadaşımız Mehmet Ali Güller’in de katkısıyla, Cumhuriyet okurlarının bu konuda kafası nettir.
Mehmet Ali Güller, son “anlaşma” konusunda da açık ve net bir hükme vararak, şunları söylüyor:
“Anlaşılan o ki ABD, Türkiye’yi kaybetmemek için, AKP de ABD’yle daha fazla karşı karşıya gelmemek için bir ortak noktada uzlaştı. Ancak iki ülkenin stratejik hedeflerinin birbirlerine uymaması nedeniyle kesin bir anlaşmanın sağlanamayacağını şimdiden belirtelim!”
Yani taraflar, karşılıklı yalanlarla bir süre daha oyalanma konusunda anlaşmışlar ve belirtmeye gerek yok ki, ortaya Türkiye açısından yaşamsal tehlikeler arz eden bir durum çıkmıştır.
Peki Türkiye’nin Amerikan emperyalizminin bölgedeki çıkarlarına, kuvvet kullanarak karşı çıkması ve Kuzey Suriye koridorunu askeri operasyonla PKK’nin uzantılarından temizlemesi imkânı var mıydı?
Her ne kadar, teorik olarak böyle bir olasılğın var olduğu söylenebilirse de, böyle bir iddia yaşamın gerçekleriyle bağdaşmamaktadır.

***

Böyle bir operasyon imkânsızdır.
Bu imkânsızlık salt Amerikan emperyalizminin gücünün karşı durulmaz olmasından kaynaklanmıyor.
Emperyalizmin, karşı konulmaz sanılan gücünün hiç umulmadık zamanlarda alt edilebildiğinin örnekleri tarihte mevcuttur. Bunların en şanlılarından biri de, 20. yüzyılın başında yaşanmış olan “Anadolu ihtilali”dir.
Yine aynı koşulların bir araya gelmesiyle, aynı sonucun alınması mümkündür. Ama ne yazık ki, şu anda, bizim tarafta aynı koşulların bir araya gelmeleri olasılığı yoktur.
Bu saptama, o zaman uzlaşmazlıkta uzlaşmak kaçınılmazdı anlamını mı taşıyor?
Hayır!
Başka ve hem bölge hem de Türkiye açısından çok daha makul ve güvenli olan bir çözüm daha vardı.
O da, Kuzey Suriye’de güvenli bir bölge oluşturma işinin Suriye’deki meşru iktidara bırakılması konusunda Ankara ile Şam’ın anlaşmalarıydı.
Makul olan çözüm de buydu.
Ve özellikle Ortadoğu için çok geçerli olan altın kural bir kez daha uygulansaydı bugünkü anlaşmadan çok daha sağlıklı bir çözüme varılabilirdi. Altın kural şudur:
Bölgesel anlaşmazlıklarda, bölge dışı güçlere çok büyük ödünler vererek bir onların bölgeye müdahil olmaları sonucunu engellemek için yapılması gereken bölgesel güçlerin inatlarını kırarak, kendi aralarında uzlaşmalarıdır.
Türkiye de bunu yapıp, Suriye konusunda, emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden müdahaleci politikasını terk edip, gerçekte Suriye’nin öz toprağı olan tartışmalı koridor bölgesinde, güvenliğin sağlanması sorumluluğunun Suriye güçlerine bırakılması konusunda Esad ile anlaşabilseydi, uluslararası hukuka, bölgenin ve kendisinin çıkarlarına çok daha iyi karşılık veren bir süreci başlatmış olur, ayrıca bu alanda Suriye ve Rusya’nın da desteğini sağlardı.
Ama bu yapılmadı. Tercih edilen, Irak’ta Amerika ile birlikte geçmişte yaşanan acı tecrübelerden hiç ders alınmadan yeni bir güvensiz, güvenli bölge macerasına atılındı.
Türkiye’de bugün işbaşında olan iktidar, ABD ile ihtilaf halinde gözüküyor.
Ama, belki de kırılgan ekonomik ve siyasal yapısı dolayısıyla, kartlarını Amerikan emperyalizminin emellerini engelleyecek en etkin şekilde oynamaktan çekiniyor ve dolayısıyla da Amerikan emperyalizminin oyunlarına gelecek çözümlere iltifat ediyor.
İşin en ilginç yönü de, bu aymaz politikanın anti-emperyalist bir tutum olarak sunulmaya çalışılmasıdır.
İnsanın aklına ister istemez İsmet Paşa’nın ünlü sözü geliyor:
- Hadi canım sen de!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları