‘Evet’ çıksa da ‘Hayır’!

23 Mart 2017 Perşembe

Referandumdan “Evet” çıksa da “Hayır” demeye devam etmek gerekiyor. Bu, ilk anda halkın iradesine saygısız, antidemokratik gibi görünen öneri, doğrudan adalet kavramıyla ilgilidir ve en azından üç nedene dayanıyor.
 
Meşruiyet sorunu
Birincisi: Referandumdan “Evet” çıkmasını isteyen Siyasal İslamın liderliği, partisi-hareketi, demokrasiyi ortadan kaldırmayı, idam cezasını geri getirmeyi vaat ediyor.
İkincisi: Referanduma, “Evet” isteyen bir iktidarın OHAL yönetimi altında gidiyoruz. Siyasal İslamın elindeki devlet aygıtları, yerel yönetimler “Hayır” diyenlere fiziki ve simgesel şiddet uyguluyor. “Hayır” kampanyasına saldıran siviller korunuyor, böylece “Hayır” diyenler korkutulmaya, yıldırılmaya çalışılarak, kampanya yapmaları, hatta düşüncelerini açıklamaları engelleniyor. Buna karşılık, devletin tüm maddi ve mali olanakları, uçaklar, otobüsler, meydanlar, salonlar “Evet” kampanyasının hizmetinde. Yerel yönetimler, “Evet” karşılığı seçmene, çeşitli “he”“diye”ler dağıtıyorlar.
Üçüncüsü: Referandumun güvenliğini sağlayacak, sonuçları denetleyecek kurumlar tarafsızlıklarını çoktan kaybettiler, Siyasal İslamın denetimi ya da etkisi altındalar. Bu koşullarda gidilmekte olan referandumda olası yolsuzlukları, bunlara ilişkin itirazları soruşturacak tarafsız bir kurum yoktur. Bu koşullarda, güçler dengesi ve süreçteki ağır adaletsizlikler göz önüne alındığında, bu referandumdan çıkacak tek güvenilir, meşru, kabul edilebilir sonuç “Hayır” olacaktır.
 
Demokrasinin sonu
Bu topraklarda kapitalist demokrasi, Batı’daki örneklerine göre her zaman çok sınırlı oldu. Ancak AKP rejimine gelene kadar, siyasetin egemen söylemi hep bu sınırların tartışılması, genişletilmesi, devletin, toplumun demokratikleştirilmesi, hatta insan hakları bağlamında şekillenmişti. Ülkedeki, emperyalizme bağımlı sermaye birikim modellerinin krizlerini aşma çabaları, demokratik hakların sınırlarına çarptığında, bu sınırları kapitalizmin andaki gereksinimlerine göre yeniden düzenlemek için gündeme gelen askeri darbeler bile “demokrasi” söylemini korumuş, demokrasiyi restore etme amacını daha baştan belirtmek gereksinimi duymuşlardır.
Askeri darbeler hep bu, sermayenin gereksinimleri - demokrasinin sınırları ilişkisini yöneten modele ait rejimlerdi. Askeri darbeleri, laikliği korumak için konmuş, kaynağı, toplumsal desteği belirsiz bir “vesayet” fantezisiyle açıklamaya kalmak, tarihi geriye doğru, darbelerin arkasındaki gerçek gücü (sermaye ilişkisini) gizleyerek yazmaya yönelik sığ bir çabadır. Anımsarsanız, Siyasal İslam da AKP önderliğinde iktidara yükselirken devleti eline geçirene kadar projesini, demokratikleştirme, “vesayeti kaldırma” söylemi altında ilerletmiştir. Sermayenin, AKP’ye destek verdiği noktada “askeri vesayet” diye bir şeyin aslında olmadığı da ortaya çıkmıştır.
Bu referanduma giderken iktidar partisinin liderliğinin, destekçisi kanaat önderlerinin “demokrasi söylemini”, karanlık bir imparatorluk nostaljisi uğruna tamamen terk etmiş olduğunu görüyoruz.
Pazartesi günü Orhan Bursalı anlattı, ben tekrarlamayacağım: Güçler ayrılığı yoksa anayasa da fiilen yoktur. Öyleyse artık sınırlı bile olsa demokratik bir rejimden söz edilemez. Referanduma sunulan “anayasa” “Evet” oyu alırsa, tüm yetkitek bir kişinin elinde toplanacaktır. Öyleyse yeni anayasa aslında, onaylandığı anda, dinci-totaliter bir rejimin kurulmasının aracısı olarak fiilen yok olacaktır.
Bu yeni rejime, en azından, anayasal bir bağlayıcılığı (hukuk devletini) ortadan kaldıracağı için “Hayır” demek, eğer “Evet” çıkarsa da bu süreçteki adaletsizliklerden dolayı “Hayır” demeye devam etmek gerekiyor. Evet, referandumda oy verecek bireyler vardır. Ama hakikatler de vardır. Adalet ise bunların başında gelir. Adalet arzusunu tatmin etmeyen her rejime direnmek insan olmanın gereğidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları