Erdoğan’ın Avrupa’yla, Avrupa’nın Erdoğan’la ‘hesabı’

02 Mayıs 2017 Salı

16 Nisan öncesinde ve sonrasında “dayatılan rejim değişikliği”, Ankara açısından Avrupa’dan uzaklaşmayı zorunlu kılıyor. Bu sadece siyasal kurumlar açısından değil, “tümüyle yaşam felsefesi ve tarzı olarak” Avrupa’yı oluşturan sivil toplum kurumları bakımından da söz konusu:
- Hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi rafa kaldırdığınız için sürekli kavgalı olmak (ve görünmek) durumundasınız.
- Yaşam tarzı olarak laikliğe karşı iseniz “Avrupa tarzını aşağılamak ve hakaret etmek” zorundasınız. “Kananlar”, bak Avrupa da meğerse ne kadar berbatmış şeklinde düşünsünler diye. Güzelim İzmir’e bile “gâvur” derseniz Avrupa’ya haydi haydi söylersiniz.
- Eğitiminizi “İslam odaklı bir zemine yerleştirmek istiyorsanız” Avrupa’nın akılcı ve pozitif bilime dayalı düzeni yerine şeytanların cinsiyetini tartıştırmak ve Avrupa’dan uzaklaşmak zorundasınız.
Ancak iktisadi koşullar ve ülkemizin bir asıra yakın geçirdiği sürecin yarattığı ortam ile çelişmek durumunda kalırsınız. Hele hele imzaladığınız “birçok tek yanlı angajmanlar” Türkiye’yi dar boğaza götürüyor ise. Bu yükümlülükleri ortadan kaldırmadan amaca ulaşmak, “Somali’nin NATO’ya sokulması kadar trajikomik bir durum doğurur”.
- AKP’nin yönetimi, Avrupa’yla kavgasını “başbakanlarla ve bakanlarla yapıyormuş gibi pazarlıyor”. Ama esas kavga ettikleri, “Avrupa uygarlığının bugüne kadar özümseyerek geliştirdiği” değerler sistemi ile; hukukun üstünlüğünden kadın-erkek eşitliğine, sendikal haklardan laikliğe kadar bütün değerler sistemi ile.

Ve Avrupa cephesinden Erdoğan
Avrupa, Türkiye ile köprüleri kesinlikle atmaz, atamaz: iktidarda “evet”çiler de olsa “hayır”cılar da olsa Türkiye’yi “elinden kaçırmak” istemez; iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel açıdan yakın olmak zorundadır.
Hele 3 Ekim 2005’te yürürlüğe giren müzakere koşulları, AB’ye tek yanlı olarak Türkiye’yi yönlendirme, hiç içine almadan bekleme odasında sömürme olanağı veriyorsa.
Bu nedenle “aman Ankara ile kestirip atmayalım” diyen ilk ülke Yunanistan oldu. Şimdi birileri “kapılar niye açık tutuluyor” diye ahkâm kesiyorlar. Önce zahmet edip Dr. Engin Selçuk’un bir çalışmasını okusunlar.(*)
Erdoğan’lı veya Erdoğan’sız Avrupa (ve AB) Ankara’yı elinden kaçırmayacaktır. Erdoğan’a ve AKP’ye gelince: AB’nin bu pozisyonunu bildikleri için şöyle düşünebilirler: “Biz AB ve Avrupa Konseyi normlarının dışına çıksak bile bize katlanmak zorunda kalacaklardır; çıkarları bunu gerektiriyor.”
Yeni rejim ile demokrasiden uzaklaşmış bir yönetim olarak tamamen dışlayamazlar, bizi bu halimizle de kabullenmek zorunda kalacaklardır. Şikâyet edecekler, protesto edecekler ama köprüleri atmayacaklardır.
Avrupa, Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarını Türkiye’ye rağmen yürütemez. Tek istisna, Avrupa ve ABD’nin Kürdistan projeleridir. Irak ve Suriye’de halen, tıkır tıkır yürütüyorlar.
Çok ilginçtir: ABD, Avrupa ve Rusya’nın Türkiye üzerindeki projeleri Birinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa bu kadar yakınlaştı. Bu süreç AKP iktidarı döneminde oluştu. İç dinamiklerin siyasal İslam odaklı işlemeye başlaması, ülkeyi yeniden Sevr riski ile karşı karşıya getirdi.
Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında ABD, Avrupa ve NATO’nun sessiz kalmalarının gerisinde yatan neden budur. Aynı çevreler bu nedenle “rejim değişikliğini” bu amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışacaklardır. Esas sorun, rejimi değiştirenlerin nasıl bir tepki vereceklerinde yatıyor. “İktidar için her şey mubahtır” diyecekler mi? Zurnanın zırt dediği yer işte burası...
(*) Dr. Engin Selçuk, “Türkiye’nin AB’ye Katılımı: İmkânsızı Tanımlamak”, “Avrupa Birliği Çıkmaz Sokak” kitabı içinde, Bilgi Yay, 2006, syf. 117-132  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları