Kader mi?

11 Şubat 2024 Pazar

Sevgili,

5-6 Şubat gecelerini televizyonun başında Hatay, Malatya depreminin birinci yıldönümü görüntülerini izleyerek geçirdim. Yürek parçalayıcı ve insanın 21. yüzyılda varabildiği zekâ, merhamet, diğerkâmlık, dürüstlük, sevgi ve anlayış düzeyi hakkında hem hüzünlendirecek 

hem de utanılacak duygularla başbaşa kalıyorum. Bu gibi durumlarda hep isyanla karışık olan şunu soruyorum: “Bu kadar hamakat, bu kadar vurdumduymazlık, bu kadar gaddarlık, bu kadar hak tanımazlık, bu kadar sevgisizlik kader mi?”

***

Kaç yıl oluyor, Bayburt’ta yedek subay askerliğimi yapıyorum. Bir emir geldi İstanbul’a gideceğim. Otobüsten bileti aldık. Bayburt’tan çıkıp Ziganaları tırmanarak başlayan yolculuğumuz ilginç geçiyor. Beni yedek teğmen olduğum için olsa gerek şoförün yanındaki mahalle aldılar. Sohbet ediyoruz. Tabii şoförün kulağını büküyorlar: “Aman dikkat et, geçenlerde Tahsin’in başına geleni unutma! İki de çocuk bıraktı arkasında.”

Şoför bıçkın. Bir şey olmaz evelallah!

Hem de kaza dediğin nedir ki? Kaza kader. Olacağı varsa olur. Hangimiz hayatta böyle bir durumla karşılaşmadık? 

Şoför ulusal tepki koyuyor ortaya. Hüzünleniyorum. Şoför anlatmaya başlıyor: “Teğmenim benim bir sınıf arkadaşım var. İnatçı, dediğim dedik. Geçen gün Samsun’a gidiyoruz. Aldım yanıma, başladı söylenmeye. Tahsin’i de daha yeni kaybetmişiz. Kafam iyice bozuk. Bu yine de dayatıyor, kaza kader değildir diye. Çektim arabayı sağa. Dayadım tabancayı kafasına. Sordum:

-Şimdi söyle ulan, kaza kader mi değil mi?

Ama söyle Allah aşkına teğmenim, kaza kader mi değil mi?”

Hadi söyle bakalım şimdi!...

Benim de yine böyle bir Temel fıkram var: Temel yolda yürürken bir yandan da gazetesine bakıyor. İleride bir muz kabuğu görüyor. Ve hemen yapıştırıyor: “Eyvah şimdi düşeceğim.”

Artık deprem konuşulmasından sıkıldım. Kimse bir umar tavsiye edemiyor. Kimse bir çıkar yolu gösteremiyor. Hepsi boş laf. Ve deprem hamakatın çaresizliği içindeki adam için değiştirilemez bir kader olarak kalıyor. Şimdiye kadar konuştuklarımızın hepsi boşa gittiğine göre bari konuşmayalım ve canımız sıkılmasın. Yine televizyonda programları izlerken son günlerin en önde gelen tartışma konularından biri: Tarikatlar, cemaatler gözlerini milli eğitime, okullara dikmişler. Devlet de bunları isteyenlere peşkeş çekmeye hazır. Geçenlerde yaşadığımız bir olayı emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk bir programda anlattı. Tuzla’da piyade okulunda bir törene gitmek için dışarı çıkmaya hazırlanan genç asteğmenlere Atatürk resmini yakalarına takmaları söyleniyor. Bunlardan biri öneriyi reddediyor. Ona iki kişi daha katılıyor. 

Sayıları üçe çıkıyor. Tartışmaya başlıyorlar. Onların bu davranışını yadırgayan dört arkadaşı daha tartışmaya katılıyorlar. 

Sonunda resmi takmak istemeyen bu üç kişiyle onların bu davranışını kınayan dört arkadaşı arasındaki tartışma soruşturma konusu oluyor. Üçü resim takmak istemeyen, dördü de bunların o davranışına karşı çıkan olmak üzere yedi kişi hakkındaki karar şöyle oluyor: Yedi teğmenin de aynı suçtan TSK’den ihracına karar veriliyor. Programa katılan Haldun Solmaztürk bu kararın son derece yadırgatıcı olduğunu söylüyor. Çünkü Atatürk resmini takmayı reddedenlerle bu hareketi kınayanlar aynı yaptırıma uğruyorlar.

***

Gerçekten de kararı anlamak mümkün değildir. 

Haldun Solmaztürk olayın pek sıradan olmadığını söyledi. 

Gerçekten de üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir olayla karşı karşıyayız. Tarikat ve cemaatler TSK’nin başında bir kader midir, değil midir hep beraber göreceğiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları