Trump’ın, Yemen’e yaptığı görüntüleriyle dünya kamuoyuyla paylaşılan Husiler’e dönük saldırısı, 1980’ler sonrası içinde bulunduğum kimi canlı tanıklıkları anımsattı. 12 Eylül sonrası, ülkemizin sendikal kazanımlarını dönük ağır operasyonlar sürecinde, en ağır bedeller DİSK’e bağlı sendika liderleri ile etkili hak savaşımı vermiş her kademeden işçi liderlerine ödetilmişti. DİSK kapatılamamış, dönemin lideri Abdullah Baştürk de serbest bırakılmak zorunda kalınmıştı.
Ancak yurtdışına çıkış yasağı kaldırılmadığı için, AB’nin kuzeybatı toprakları üzerinde küçücük bir kasaba olan Lund’da, Avrupa Birliği’nin 2. nükleer silahlardan arındırma konvansiyon toplantısında kendisini temsil etmekle görevlendirmişti. AB’nin barıştan yana olan tüm sendikaları yanında, sivil örgütlenmelerinin katılımlarıyla düzenlenen etkinliklerde, Hutular ile Tutsiler arasındaki kabile savaşları, katliamları da kınanıyordu. Etkinliklerin çıkışlarında yapılan gösterilerde her iki taraf adına özgürlük çağrılarının yapıldığı eylemli danslara tanıklık ediyorduk.
Besbelli Yemen’de o günlerden bugünlere insan hakları gelişimi adına bir arpa boyu yol alınamamış. Osmanlı İmparatorluğu süreçlerinde yaşananları da anımsarsak akıtılan kanların ne kadar işin içinden çıkılmaz boyutlarda yaşanmış olarak günümüze kadar uzandığını unutma lüksümüz olabilir mi? Kaldı ki Trump’ın bu son saldırı operasyonu ile daha ağırlıklı olarak İran’ı uyarmak istediğinin de altı çizilmekte. Emperyal güç odakları ile sivil diktatoryaların kanlı çıkar savaşlarında dur durak yaşanmadan günümüzde de birbirinden kirli oyunlar sahneye konabiliyor.
Haklı, haksız, insancıl, birbirinden kirli savaş oyunlarına nokta konamadığı gibi, bilinçli ya da kör yaşam savaşımları da durdurulamıyor.
***
Sınavımızı, elbette, öncelikle, hangi çizgilerde saf tutabildiğimizle vermiş oluyoruz. Ülkemiz de içinde olarak, dünyamız, sivil diktatörlüklerin en uzun soluklu süreçlerinin yaşanmakta olduğu sürecin en ağır koşullarının sancılarını yaşıyor. İnsanlık dışı sonuçları ile bu sürecin sürdürülebilirliğinin olanağı kalmadığı için de başlarındaki gözleri dönmüş liderliklerin saldırganlıkları, pervasızlıklarının sınır tanımazlığının taşkınlıklarında da her gün, saatler içinde yenilerinin haberlerini alıyoruz.
İktidar güç denemelerinde, freni patlamış aracı kullanmakta olan şoförler gibi refleksler vermekten vazgeçemiyorlar. Durduklarında başlarına gelebileceklerin korkusu, dürtüsü egemen.
Aklıma ev sahibi kimliği ile Baştürk adına bana hoş geldin diyen konfederasyon başkanı adını anımsayamadığım sendika başkanı kadın geldi. “Sizde darbe nasıl oldu” sorusuna yanıtım “emir komuta zinciri” olunca yanındaki ikinci başkanının giysilerinden asker olduğunu gördüğüm 2. başkanına seslenişi geldi. “Sen sendikal sorumluluğunla bana bağlı olduğuna göre, bizde askeri darbe olamaz” şakası bilincimde kazılı kalmış.
Gerçi AB ülkelerinde de sendikal haklar, demokrasi, günümüz koşulları içinde, geçmişteki başarılarına, geldikleri yerlere göre çok gerilerde. Yine de sadece sol dinamikleriyle değil, sağdan bile korumaya çalıştıkları değerleriyle, uçurumdan uzaklaşma çabalarıyla toparlanmaya çalışıyorlar. Sonuçta hak hukuk, demokrasi, insan hakları isteyenler, savaşımını verecek olanlar için yol haritası çizilmiş oluyor. Bütün ülkeler için geçerli, bizim için bizim yapacaklarımız, yapabileceklerimiz öncelikli olduğuna göre, yapılacakların önceliklerinin sıralanması çözülemeyecek bir bilmece olmaktan çıkıyor. Şeytanın ayrıntıda gizlendiği gerçeğini de hiç unutmayarak her olaya dönük önceliklerimizi üretmek noktasındayız.