Aslı Aydıntaşbaş

Burası Rusya değil kardeşim

27 Mayıs 2018 Pazar

Son birkaç ay içinde farklı sebeplerle dünyanın önemli başkentlerinde bulundum. Gidiş nedenim, davet edildiğim dış politika konulu konferanslarda konuşmacı olmaktı.
Aslında bu konferansların en güzel yanı, resmi program değil, kahve molası ve akşam yemeği sırasında diğer katılımcılarla yapılan sohbetlerdir. Derin konular o zaman gündeme gelir. Siyaset ve gerçek sıkıntılar konuşulur. Eğer katılımcılar arasında büyükelçi ya da diplomatlar varsa, kravatlarını biraz gevşetip daha rahat konuşmaya başlarlar.
Size bütün bu gezilerden çıkardığım sonucu aktarayım: Batı, Türkiye’yi anlamıyor.
Ön kabul olarak Tayyip Erdoğan’ın ‘şu ya da bu şekilde’ girdiği her seçimi kazanacağı düşüncesi var. Seçim açıklandığı andan itibaren Batı başkentlerinde AKP’nin kazanacağı üzerine hesaplar yapılıyor.
Oysa Türkiye’de seçim sonuçları iktidar açısından çantada keklik değil. Zamanın ruhu Haziran 2015’e benziyor.
Batı’daki yanlış analizin nedeni, Türkiye’yi artık demokratik ya da yarı- demokratik bir ülke olarak değil, Rusya ya da Çin gibi otoriter bir rejim olarak görme eğilimi. Tabii ki Batı’da Erdoğan’ın toplumun tümünde teveccüh görmediğini, hatta toplumun yarısının Cumhurbaşkanı’na karşı pozisyon aldığını biliyorlar. Ancak Türkiye’yi Rusya, Erdoğan’ı Putin gibi düşünüyorlar. Referandumda yapılan çeşitli tartışmalı uygulamalara bakıp, ‘Nasıl olsa kazanır’ diyorlar.
Oysa Türkiye, Rusya değil ve zamanın ruhu AKP+MHP ittifakının lehine değil. Hiç değil. Siz bakmayın üç-beş yandaş yazara. Gerçekte MHP’yle ittifak, AKP’ye can simidi değil, ideolojik ve kadrolar anlamında bir felaket getirdi.
Ayrıca bir de bu toprakların kendi tarihi var. Biz demokrasiye daha dün geçmedik. 1946’dan beri çok partili sistemle yönetiliyoruz. Bakın 1908 yılında toplumun farklı kesimlerinden gelen talepler karşısında dayanamayan sistem, baskıcı Abdülhamit rejimine karşı Meclis’i kabullenmek zorunda kaldı. Meşrutiyet rejimine geçildi. Çok partili sisteme 1946’da geçildi. 1950’de seçmen, cumhuriyetin kurucu partisi CHP’ye sert bir mesaj vererek Demokrat Parti’yi başa getirdi. 1983’te, darbe sonrası OHAL ortamında, askerlerin işaret ettiği partiyi es geçerek Turgut Özal’ı iktidara getirdi. Haziran 2015’te, otoriter sistem inşasına yönelen AKP’ye ‘Dur’ dedi.
Bu seçmen, gerektiğinde kime ne mesaj vermesi gerektiğini biliyor. O yüzden bana seçimi soran yabancı gazeteci ve akademisyenlere şöyle diyorum:
“Erdoğan’ın seçim zaferi çantada keklik değil. Çünkü Türkiye, Rusya değil. Putin, bütün seçim boyunca sadece bir yerde konuşma yaptı, lop diye yüzde 66 oy geldi. Ciddi rakibi yoktu. Türkiye böyle bir yer değil. Mükemmel bir demokrasi olmasak da rekabetçi bir seçim sistemimiz var. AKP her seçimde halkı ikna etmek zorunda. Bu yüzden Erdoğan koştura koştura günde 3 yerde konuşma yapıp bütün kanalları kullanarak toplumu ikna etmeye çalışıyor. Buna karşın ağır bir ekonomik kriz ve 16 yıldır iktidarda olmanın seçmen üzerinde getirdiği bıkkınlık var. Kimse seçim sonucunu şimdiden tahmin edemez.”
Şimdi dönüp aynı şeyi bizdeki “Nasıl olsa kazanır” diyen karamsar muhaliflere söyleyeyim. Tarihimiz böyle demiyor. Evet baskı var, adaletsiz bir yarış var, komik bir medya düzeni ve kuşkusuz OHAL koşullarında devlet eliyle kampanya götürmeye çalışan bir AKP+MHP koalisyonu var.
Ancak bunun karşısında bir de seçmenin bıkkınlığı, doların tırmanışı, tek adam rejimine yönelik artan tepkiler var.
Halk değişim, huzur ve refah istiyor. AKP bu seçimi korkuyla, baskıyla kazanamaz.
Türkiye’yi değişim, huzur ve özgürlükler konusunda ikna edebilirse kazanır.
Edemezse de kazanamaz.
Mesele bu kadar basit.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları