Barış Terkoğlu

İlker Başbuğ mu anlatamıyor, onlar mı anlamıyor!

07 Ocak 2021 Perşembe

Gök gürültüsünden korkuyoruz, üç harflilerden korkuyoruz, salondaki tıkırtıdan korkuyoruz. Kalkıp yüzleşmiyor, yorganı kafamıza çekiyoruz. Belki bu yüzden, kendi hayatımızın içinde başkalarına alanlar bırakıyoruz.

Korku üretmek bir politika olabilir mi? Büyük kitlelerin aklını teslim alıyorsun. Kamuoyunu yönlendiriyorsun. Meşru fikirlerin ifadesini bile engelliyorsun. Terörist korkusunu ya da darbeci korkusunu, ilgili ilgisiz her şeyin üstüne örtüyorsun.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, gazetemizde İpek Özbey’le yaptığı söyleşisinin ardından yaşanan tartışmalardan söz ediyorum. Soru Menderes, soru 27 Mayıs, soru 61 yıl öncesiydi. Yanıt darbenin nasıl önlenebileceğini anlatıyordu. Üstüne bir de darbe sert dille eleştiriliyordu. Buna rağmen o açıklama alındı, bugüne taşındı. “Darbeci” lafı havalarda uçuştu. Yetmedi, olay yargıya taşındı. Komplo teorileri birbirini takip etti.

27 MAYIS İÇİN NE YAZMIŞTI

Acaba yanlış mı okudum dedim. Neden mi?

İlker Başbuğ’un şimdi gündeme gelmesinin basit bir nedeni var. O da yeni çıkan kitabı. Başbuğ, “Güç Odaklarının Mücadelesi”ni konu aldığı tarih serisinin üçüncü kitabını çıkardı. İlk ikisini takip eden eser, 1961-1980 aralığını konu ediyor. Kitap, ilk bölümünde üç gündür tartışılan konuyu ele alıyor.

2019’da çıkan ikinci kitap, 1961’e kadar olan dönemi ele alıyordu. Elbette 27 Mayıs da yazılmıştı. O kitapta ihtilal için şu değerlendirmede bulunuluyordu:

27 Mayıs darbesi her şeyden önce demokrasiye zarar vermiştir. 27 Mayıs darbesi olmasaydı, Türk demokrasisinin bugün geleceği nokta, mutlaka çok farklı yerlerde olacaktı. 27 Mayıs darbesi Türk demokrasisinden sonra en büyük zararı Türk ordusuna vermiştir. Ordu içindeki emir-komuta düzeni, ast-üst ilişkisi altüst olmuştur. Türk ordusunun üst rütbeli subayları tam anlamıyla siyasetin içine bulaşmışlardır. Ordu asli görevlerinden uzaklaşmıştır.

Başbuğ, kitabın bütününde, askerin siyasete girmesine de askerin siyasetin içine çekilmesine de karşı çıkıyordu. Hem 27 Mayıs öncesinde hem 27 Mayıs sonrasında…

KONUŞMAMIZDA NE SÖYLEDİ?

O kitaptan sonra Odatv’nin YouTube kanalı için Başbuğ’la bir söyleşi yaptık. Orada da 27 Mayıs’ı İlker Başbuğ’a sordum. Başbuğ şöyle konuştu:

“Çok güzel bir anayasa çıkardı diye 27 Mayıs darbesini aklayamayız. Bir kere 27 Mayıs Türk ordusunu siyasetin göbeğine attı. Bir ordunun siyasetin içine girmesi, bir orduya yapılacak en kötü şey.

Başbuğ, konuşmamızda sonraki darbelerin kapısını açanın da 27 Mayıs olduğunu söyleyerek eleştirilerine devam etti. Değişimin ihtilalle değil seçimle olmuş olsa, bugün yaşadığımız birçok sorunun yaşanmayacağını iddia etti.

ERKEN SEÇİM DP’NİN DÜŞÜNCESİYDİ

Gelelim son esere…

Başbuğ 61- 80 dönemini ele alan yeni kitabının ilk bölümünde asker olarak bir özeleştiri yapıyor:

“Bugün karşılaştığım, görüştüğüm ve arkadaşlık yapmakta olduğum insanların büyük bölümü, bu dönemde çeşitli nedenlerle çeşitli şekillerde haksızlığa uğramış kişilerdir. O dönemde genç bir subay olarak, onların yaşadıklarına yabancı kaldığımız da bir gerçek.”

Kitabın ilk bölümü esas olarak “27 Mayıs engellenebilir miydi” sorusuna odaklanıyor. “Şayet olsaydı” diyebileceğimiz yöntemle Başbuğ, 27 Mayıs’ın önlenebileceğini savunuyor.

Erken seçim” yoluyla engelleme bir Başbuğ buluşu değil. Zira Demokrat Parti’nin ta kendisi erken seçime gitmeyi düşünüyordu. Başbuğ kitapta şöyle ele alıyor:

23 Mayıs 1960 günü yapılan DP Genel İdare Kurulu toplantısında önemli konuşmalar olmuştu. Sıtkı Yırcalı ‘Derhal seçimleri yapacağımızı açıklamalıyız’ deyince, Menderes’in cevabı ‘Derhal’ olmuştu. Adnan Menderes, siyasi risk alarak 25 Mayıs 1960’ta Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi.

Başbuğ, bu tezini şöyle temellendiriyor:

Erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, aslında milletin siyasi iradesine vurulacak bir darbe olurdu. Darbenin arkasındaki halk desteğinin kaybedilmesi de büyük bir ihtimaldi. Bu şartlarda, darbenin yapılmasında ısrarlı olunması hem zordu hem de oldukça riskliydi.

Devamında ihtilali eleştiren Başbuğ, yaklaşımının nedenini de özetliyor:

27 Mayıs darbesi olmasaydı, Türkiye belki de bugün demokrasi sorunlarının çoğunu çözmüş olur, siyasi olarak birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış ve bölünmüş bir toplumsal yapıya dönüşmezdi.

Okumayanlar için söyleyeyim, Başbuğ kitabın son bölümünde de “12 Eylül nasıl engellenirdi” sorusuna yanıt arıyor.

BUGÜNKÜLER DÜNKÜLERLE AYNI

Nasıl oldu da darbelere ve tabii askerin siyasete karışmasına karşı olan açık bir tutum, darbecilik ithamlarının merkezine oturdu. Bizim gördüğümüzü, okuduğumuzu, 81 ilde suç duyurusunda bulunma kararı alanlar göremiyorlar mı? Yoksa “darbe korkusu” üreterek politika yapmak yeniden siyasetin merkezine mi oturuyor?

Bir de Başbuğ’un yazdıklarını, konuştuklarını 10 yıl önce kumpasları destekleyen kendileri değilmiş gibi yorumlayanlar var. Acaba “şayet olsaydı” yaklaşımını bir kez de onlar için yapmamız mümkün mü? İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olduğu gün kameralar önüne çıkıp şunları söyleseydi acaba bugün ahkâm kesenler ne derdi:

TSK’nin içine de sızmış Fethullahçı çetenin casusluk faaliyetini yakaladık. Bu örgüt adına suç işleyen asker, polis, yargı üyelerini gözaltına alıp askeri mahkemelerde yargılayacağız.

Emin olun, iktidar da onun medyası da bugün ne yapıyorsa o gün de aynısını yapardı. “Ne istediniz de vermedik” dediklerini vermemek için, Başbuğ hakkında 81 ilde yine suç duyurusunda bulunurdu. Sahi ne değişti!

Kitabında “Yazmak hayatta kalmaktır. Yaşarken de ve daha sonrasında da” diyor Başbuğ.

Ne mutlu bize hayattayız!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları