Güç savaşı

16 Ekim 2018 Salı

Son bir ayda; Çin ve Türkiye’nin ardından Hindistan da Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alım anlaşması yaptı. İsrail, Rus askeri uçağını düşürdü. Rusya cevap olarak önce hava sahasını kapattı, sonra Suriye’ye S-300’leri konuşlandırdı. Ortadoğu’da İran ile Rusya arasında sıkı işbirliği sürerken Amerika, Suriye’nin yaklaşık yüzde 30 toprağını işgal eden PKK/PYD terör örgütüne, son verilenlerle birlikte toplam 16 bin TIR silah sağladı! Ve İran’a 4 Kasım’da petrol ambargosu başlatacağını açıkladı. Cevap olarak, Çin ve Hindistan ambargoya uymayacaklarını ilan etti.
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, 4 Ekim tarihinde Hudson Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada; Amerika’nın Çin’e karşı dış ticaret açığının 375 milyar dolara ulaştığını, Çin’i 25 yıldır kendilerinin kalkındırdığını(!), buna karşılık Çin’in “Made in China 2025 planı” ile gelişmiş endüstrilerin yüzde 90’ını ele geçirmeyi hedeflediğini söyleyerek ve bunu hırsızlıkla(!) yaptıklarını ima ederek Çin’e karşı resmen soğuk savaş ilan etti. Çin misliyle cevap vereceğini zaten açıklamıştı. Bir ilginç çıkış da Almanya’dan geldi, Dışişleri Bakanı ABD’nin dünyadaki para trafiğini kontrol etmesine karşı yeni bir ödeme sistemi kurulması gerektiğini açıkladı.
Bugün dünya 1980’den beri dünyanın jandarmalığı görevine soyunan Amerika’nın karşısına dikilen farklı aktörlerin hamlelerini izliyor. Çin, Rusya, Hindistan, İran ve Brezilya’nın lokomotif olduğu yeni işbirlikleri gelişiyor. Bu ülkeler dış ticarette dolar yerine kendi para birimlerini kullanmayı görüşüyor, bunun altyapısı hazırlanıyor. Bu gruba destek veren Türk Cumhuriyetleri de var. Türkiye bu süreci nasıl yönetmeli? Nasıl bir strateji izlemeli? Bu soruların cevabı, kurguladığımız kalkınma planımızın başarısını doğrudan etkiler.

Yeni bir dünya mı kuruluyor?
Cevabı çok boyutlu. Bana göre ilk belirleyici savaş gücü. 21. yüzyıldayız ama oyunun kuralı hâlâ değişmedi! Rusya savaş gücünde önemli ilerlemeler sağladı. Çin de Pasifik kıyılarında etkin olmak için hamle üstüne hamle yapıyor. Diğer belirleyiciler; üretim gücü, dış ticaretteki pay, iç pazar, doğal kaynak zenginliği ve dış politikadaki hüner diye sıralanabilir. Bunlar üretim gücüne dayalı değişkenler. Bir de finansal piyasalardaki hâkimiyet var.
Önce üretim gücüne bakalım; satın alma gücü paritesi ile Çin, Hindistan, Rusya, İran ve Brezilya 2017’de dünyada üretilen toplam gelirin yüzde 33.6’sına sahip. Yani bu ülkeler küresel gelirin üçte birini üretiyorlar. ABD’nin payı ise yüzde 15. Mike Pence’nin öfkesi anlaşılıyor! Almanya’nın küresel üretimdeki payı yüzde 3.3. Ayrıca iç pazarın gücü açısından; Çin, Hindistan ve Rusya’nın dünya nüfusunun yüzde 38.6’sını oluşturduğunu da belirtelim.

Dış ticarette iki lider
ABD dünyanın bir numaralı ithalatçısı. Çin ise dünyanın bir numaralı ihracatçısı. Yani en çok alan ABD, en çok satan Çin. Gerçekten yıllar içinde Çin mallarını en çok tüketen ABD oldu. Yani Çin, ABD’nin tüketimi sayesinde büyüdü. Küreselleşmeden çok doğru şekilde faydalandı, istediği bölümünü aldı, kendi stratejisine göre kullandı. Üretti ve sattı. ABD’de büyük bir cari açık oluştu ama doların rezerv para olması sayesinde bu cari açık ABD’yi dışa bağımlı kılmadı.
Gelelim dış ticaretteki güç dağılımına; 2017’de küresel çapta ticaret hacmi 74 trilyon dolar oldu. Çin, Hindistan, Rusya, İran ve Brezilya’nın küresel ihracattaki payı yüzde 18, küresel ithalattaki payı 15.4. Buna “yeni bir ödeme sistemi kurulsun” diyen Almanya’yı ekleyince bu ülke grubunun ihracat payı yüzde 26.2’ye, ithalat payı 21.9’a yükseliyor. ABD’nin toplam ihracattaki payı yüzde 8.7. İthalatta ise yüzde 13.8.
Gelir, iç pazar büyüklüğü ve dış ticaret açısından bakınca küresel güç dengelerinin değiştiği görülüyor.
Pazar günü devam.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Karagöz ile Hacivat 2 Aralık 2018
Osman Kavala olayı 27 Kasım 2018
Çizgi nedir? 25 Kasım 2018

Günün Köşe Yazıları