Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Hangi geçmiş?
Hafıza ilginç bir deneyimdir. Anılar dönem dönem yeniden üretilir. 10 yaşımızda bizim için anlamı farklı olan bir olay 20 yaşında bambaşka anlamlar içerir, 40 yaşında bambaşka.
Sırf yaşanmışlıkların taşıdıkları anlamlar değildir değişen. Taşıdığı anlam ile bağlantılı olarak anıya konu olan olay örgüsü de değişikliklere uğrayabilir.
Anıların zaman içinde değişikliğe uğraması aslında olağan bir süreçtir ve bireyin gelişimi açısından yararlı olduğu da söylenebilir.
Bireysel hafızamız yanında bir de kolektif hafıza vardır. Ailemizle, çevremizdekilerle, benzer yaşam biçimini, görüşünü paylaştıklarımızla, aynı sokakta, kentte, ülkedekilerle oluşturduğumuz...
Ortak anıları ve yaşanmışlıkları tek bir olay örgüsü içinde bize yeniden sunar kolektif hafızamız. Bu kimi zaman akademik tarih olarak karşımıza çıkar kimi zaman sözlü anlatılar eşliğinde.
Yakın tarih söz konusu olduğunda hâlâ yaşayanlar olduğu ve anılar da tazeliğini koruduğu için sözlü anlatı baskın gelir.
Bu da bizi Türkiye’nin en büyük sorunlaırndan birisine götürür: Geçmiş hakkında anlaşamamak.
Türkiye geleceği veya günceli bırakmış ve halâ geçmişinde ne olduğunu tartışan bir ülke.
Bir açıdan anlaşılabilir. Çünkü çoğumuz nostaljiye asla bırakmak istemediğimiz bir tutku gibi bağlıyız.
İlginç olan şu ki nostalji tıpkı hafızamız gibi kendini tekrar tekrar farklı anlamlar içinde üretir.
Örnek vermem gerekirse Türkiye’de 90’lı yıllarda özel kanallarda her akşam oynatılan ve reyting rekorları kıran Kemal Sunal filmleri entelektüel camia tarafından yerin dibine sokulurdu.
Ne zamanki Sunal yaşamını yitirdi, Türkiye 2000’lerle birlikte daha önce görmediği siyasal ve sosyal bir değişim sürecine girdi o filmler de sosyolojik açıdan değer kazanmaya başladı.
Aslında Kemal Sunal’ın resmettikleri bir ölçüde 1990’lar ve öncesinde televizyon ekranından dışlanmış insanlardı.
Hiciv yoluyla Türkiye’nin 70’ler ve 80’lerine dönük insan portreleri oluşturmak aynı yıllarda sinemamızın bir kesimini etkisi altına alan politik dalgadan çok daha işlevseldi ancak ne yazık bu değer çok geç anlaşılacaktı.
Toplumdan dışlananlar ve toplum hakkında söz söyleyenler arasındaki uzaklıkTürkiye’nin son 50 yılında epey açıldı. Bu da ortaya farklı tarih senaryoları çıkarıyor.
Bir gün faili meçhullerle, devlet içine çöreklenen yapıların kirli emelleri için yaptığı operasyonlarla sarsılmış 1990’lar anlatısı karşınıza çıkıyor.
Bir başka gün ise "Türkiye’ye AKP karanlığı çökmeden önceki son güzel günlerimiz" başlığı ile 1990’lı yılların güzellemesine maruz kalıyoruz. Aynı şey 1970’ler için de geçerli değil mi?
Bir yanda emek mücadelesinin, hak savaşının tavan yaptığı altın yıllar öbür yanda her köşe başını tutmuş siyasi örgütler nedeniyle evden dışarı çıkmanın tehlikeli olduğu, annelerin öğrenci çocukları hava kararmadan gelsin diye pencere başlarında beklediği 12 Eylül’e giden süreç.
2000’li yıllar için de benzer şeyleri konuşabiliriz. Bugün muhalefet saflarında yer alan pek çok kanaat önderi!, “iktidara yeni gelen AKP’nin ekonomideki iyi gidişi demokratik atılımlar ile taçlandırdığı prime dönemi” güzellemesi yapmıyor mu?
Aynı dönem aydınların birer birer içeri alındığı, Türk ordusunun komuta kademesinin neredeyse tamamının hapse atıldığı Ergenekon ve Balyoz davalarının yaşandığı, Cumhuriyetin yoktan var ettiği kurumların birer birer satıldığı yıllar.
2000’lerden söz etmek nostalji anlamında ilginç çünkü kiminiz için hâlâ yakın bir dönem gibi olsa da pek çok genç bugün 2000’li yıllardaki pop kültürünün nostaljisi ile yaşıyor.
İnternetle birlikte zaman algısının hızlanmasıyla nostalji eşiğinin azalmasından mı yoksa çağın gençlerde yarattığı toplu bir depresyon etkisi mi bilinmez ama bugünlerde 1998 civarlarında doğmuş bir yakınınızı nostaljik hissederken görebilirsiniz. Şaşırmayın.
Sinefiller, 1998 yapımı “Dark City” (Karanlık Kent) isimli filmi bilirler. Her uyandıklarında hafızası ve anıları değiştirilmiş insanların bulunduğu bir evreni anlatıyordu. Bu evrende cinayetle suçlanan hafızasının kaybetmiş bir karakterin gerçeği arayışını izliyorduk.
Bugün ise gerçeğin değiştirilerek sürekli yeniden üretildiği bir dünyada ve ülkede hakikatı arıyoruz.
Sık sık, “Aynı gemideyiz” söylemiyle karşılaşıyoruz. Peki bu gemi nereden geliyor, nereye gidiyor?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!