Marshall McLuhan 1967’de “Medium is the message” (Araç iletinin kendisidir) dediğinde, televizyon yeni yeni evlere giriyordu ve medya henüz kendini tanımlama aşamasındaydı. Bu söz bugün eskimiş gibi görünse de sosyal medya çağında hâlâ çarpıcı biçimde geçerliliğini koruyor. Çünkü artık televizyon ve onun öncülü olan radyo ile basılı yayınlar önemini yitirirken kitle iletişim araçlarının ağırlığı sosyal medyaya kayıyor. Bu durum, bir iletinin TikTok’ta mı yoksa X’te mi paylaşıldığına göre bambaşka anlamlar taşımasına neden oluyor.
Bu yazıda, özellikle TikTok kuşağının (Z ve Alfa) kullandığı dile ve bu dilin siyasette nasıl anlaşılamadığına odaklanmak istiyorum. Çünkü bu kuşak, klasik eylem biçimlerine pek rağbet göstermiyor. Onların "direniş dili" çok daha katmanlı ve ironik bir çerçeveye oturuyor. Bu dilin önceki kuşaklara "geçmemesi" ise siyasi eylemlilikte bir bütünlük krizine yol açıyor.
Yirminci yüzyılda gençlik hareketleri ve kitle eylemleri daha doğrudan, daha yalın sloganlarla yürütülüyordu. Örneğin, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!” gibi sloganlar hedefi ve içeriği açık biçimde ortaya koyuyordu. Sosyal medyada X’te kullanılan etiket kampanyaları da bu tür bir doğrudanlığa sahipti. Ancak TikTok kuşağı artık başka bir yoldan ilerliyor. Mizah, ironi, sesle ve görüntüyle oynama, bilinçli yazım hataları, “meme”ler, “caps”ler...
Anlamak kolay değil. Çünkü bu dil yalnızca bir ifade biçimi değil aynı zamanda bir hayatta kalma stratejisi. Bir tür "cool kalarak direnme" hali. Yüksek sesle bağırmak yerine mizahla alay etmek, doğrudan slogan atmak yerine görsel metaforlarla anlatmak. Belki de bu, politik olmaktan kaçınmak değil ama politik olanı başka bir estetik düzlemde yeniden üretmek.
TikTok gibi platformlarda öne çıkan dilde üç temel unsur öne çıkıyor:
Mizah: Travma ve kırılganlığın, alaycı bir dille dönüştürülmesi.
Dil oyunları: Bilinçli yazım hataları, alt kültüre özgü jargonlar, caps ve meme kültürü.
Görsel estetik: Özçekim tarzı videolar, ses filtreleri, renk manipülasyonlarıyla birey üzerinden yapılan sınıf eleştirisi.
Bu kuşak için “cool” kalmak yalnızca tarzla değil hayatta kalma biçimiyle ilgili. Çünkü sesini duyuramayan genç, görüntüsünü kodluyor. Filtreyi bozmadan, duygusunu ekranın derinliğine yazıyor.
Siyasi aktörler bu dili anlıyorlar mı? Özellikle sosyal medyada hazırlanan “fenomen” tarzı içerikler, gençler tarafından yapay ve “sipariş edilmiş” olarak algılanıyor. Genç kuşak, siyasal dile ilişkin en büyük eleştirisini belki de bu tür içerikleri tamamen görmezden gelerek yapıyor.
SESSİZLİK BİR SEÇİM Mİ?
Burada bir soru sorulmalı: Yalnzıca biz mi onları anlamıyoruz yoksa onlar da bizim gibi anlaşılmak istemiyor mu? Belki de “kalabalık olmak, çok ses çıkarmak ve güçlü görünmek” fikrini tamamen geçersiz buluyorlar. Sessizlik, kırılganlık, ironi… Bunların hepsi yeni çağın politik araçları olabilir.
Sonuç olarak bu kuşak yalnızca TikTok’ta video çekmiyor, kendi dilini de yaratıyor, kendi direniş biçimini kuruyor ve kendi çağının politik estetiğini inşa ediyor. Siyaset kurumu bunu anlamadığı sürece aradaki mesafe büyümeye devam eder. Çünkü bazen en yüksek ses, hiç çıkmayanıdır.