Ben geldim...

11 Eylül 2021 Cumartesi

Hepimiz bir zamanlar küçüktük, ufacıktık. Doğar doğmaz kimimiz çaput parçasına, kimimiz ise ipekten bir zıbına sarıldık. Bense ülke, 12 Eylül’e koşar adım ilerlerken orta halli bir evde dünyaya geldim. Hâlâ yurdum Ankara’dır. Belki de bu nedenle bilincime başkentin coşkun dönemlerinin aydınlanma düşüncesi karışmıştır. Denizi aradığım da oldu ama bozkıra âşık kaldım. Suyuna, havasına, toprağına... 

***

Çocukluğum 12 Eylül paşalarına boyun eğmemek adına Cumhuriyet gazetesi okuru olmayı yüreğinde mühür gibi taşıyan geniş bir ailede geçti. Devir değişti ama Cumhuriyet gazetesinin anlamı değişmedi! 

***

Biraz gözümü açtığımda Cumhuriyet’te çalışmanın onurunu taşıyan gazetecileri tanıdım. Babamın arkadaşlarıydı hepsi. Akşamları kurulan uzun, beyaz örtülü masalarda yapılan siyasi tartışmalara kulak misafiri oldum. Kimi zaman canım sıkıldı, kâğıt peçetelere resim çiziktirdim. Kimi zaman bebeğimle oynadım. Ama hoyrat zamanlarda inadına gülümseyen o aydınlık yüzleri hiç unutmadım. 

***

Derken günün birinde babam İnkılap Sokak’ta muayenehane açtı. Uzun uğraşlar sonunda kiraladığı yeri Uğur Mumcu salık vermişti. Hatta orası Mumcu’nun ilk avukatlık yazıhanesiydi. En önemlisi muayenehanenin yanı Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosuydu. 

Akşamları Cumhuriyet’ten çıkan kimi gazeteciler, babamın muayenehanesine gelirdi. Ankara’nın keçisinin, armudunun değil, gazetecisinin ve edebiyatçısının meşhur olduğu zamanlardı. Ülke henüz bir çöl rüzgârının esiri olmamıştı! 

***

Lise son sınıftaydım. Bir pazar sabahı Uğur Mumcu öldürüldü. İlk defa kendi kuşağımla sokakta buluştum. Bu ülkede Cumhuriyetin tamamlanamamış bir proje olduğu fikri, zihnime iyiden iyiye kazındı. Demokrasi ve laikliği kendi konforu için unutturmaya çalışan kesimlerin sahtekârlığına öfkem arttı. 

Çok değil altı ay sonra bu defa Sivas’ta, “Laiklik Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak” diye kendinden geçip ortaçağ karanlığının tapusunu elinde tutan güruh, babam Behçet Aysan’ı ve arkadaşlarını öldürdü. O yaz otuz üç cenazeyi yalnızca toprağa değil kalbime gömdüm. 

***

Sözlükte adalet sözcüğünü aramakla geçirdim kısa hayatımı. Bu arada kendimi sözcüklerin büyüsüne iyiden iyiye kaptırdım. Yazarak kendimi arındırdım. Altı kitabım kitapçı raflarında yer aldı. BirGün gazetesinde okurla buluştum. Oradaki dostlarıma, gazetenin emekçilerine teşekkürü bir borç bilirim.  

***

Küçük bir çocukken babamın muayenehanesinin yanındaki büronun kapısında yazan “Cumhuriyet” yazısına vurulmuştum. Bir gün o kapıdan gireceğim günlerin hayalini kurmuştum. 

Bugün, “ustalar meclisi”ne geldim; masanın bir ucuna ustalara hürmetle oturdum. Artık Cumhuriyet gazetesi çatısı altındaki “Selvi Gölgesi”ndeyim. Yusuf Ziya Ortaç’tan ilham alarak, “Bir selvinin gölgesi / son cenneti ümidin” diyeceğim. Yazının her zaman umudu perçinleyeceğini bilerek...   

Sonra, “Bugünler de geçer elbet...” diyerek Âşık Hüseyin’e sığınacağım: “Buna dünya derler hepisi geçer; hangi günü gördün akşam olmamış!” 

Biz o akşamı bekliyoruz inadına. Bu despotluk devrinde, ahlaksız ticaretin, ilkesiz siyasetin, niteliksiz eğitimin, emeksiz zenginliğin, vicdansız hazzın, insaniyetsiz bilimin, gösterişe bulanmış ibadetin, hukuksuz adaletin olduğu yapıya karşı duran son kaledeyim. 

Ben geldim. Hoş geldim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları