‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

05.04.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Nobel ödüllü İtalyan yazar Dario Fo’nun, 1974 yılında ilk defa seyirciyle buluşan “Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!” oyununda, İtalya’da bir işçi mahallesinde, iki yoksul ailenin içinde bulunduğu sıkıntılı durum üzerinden sınıf mücadelesi ve örgütlenme konularına eleştirel bir yaklaşım getirilir. Yoksulluk içinde yaşayan mahalle halkından birkaç kadın alışveriş yapmak üzere bir markete girer. Ancak her şey çok ama çok pahalıdır! Kadınlar bir anda birbirlerini deyim yerindeyse “gaza getirir”! Aldıklarının ya yarısını öderler ya da ödemeden el koyarlar. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi evlerine dönerler. Derken bir anda mahalle karışır! Çünkü polis mahalleyi kuşatmış ve evlere baskın yapmaya başlamıştır. O marketten alışveriş yapan, daha doğrusu mallara el koyanları aramaktadır. İki komşu kadın çaresiz kocalarını bekler. Fabrikada çalışan eşler ise işyerindeki işçilerin ciddiyetsiz, lümpen ve fanatik tavırlarından, sendikanın duyarsız ve kalleş tutumunun mücadeleye zarar vermesinden rahatsızdır. Kadınların ise uygulamak zorunda oldukları “boykot”la karınlarını doyurmaktan başka şansı yoktur. 

Gerçekten de 1970’lerin başında İtalya’da bir işçi mahallesinde kadınların boykota varan direnişi yaşanmış, Dairo Fo da gerçekliği tiyatro sahnesine taşımak amacıyla İtalyan Halk Tiyatrosu’nun yönelişine uygun bir yaklaşımla “Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!”u kaleme almıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse dünya tarihinde pek çok sivil direniş biçimi söz konusu. Ancak boykot sözcüğünün doğuşuna neden olan ilk eylemin 19. yüzyılda İrlanda’da büyük toprak sahibi Charles Cunningham Boycott’tan yola çıktığını belirtmek gerekir. 1880 yılında köylüler, toprak sahiplerinin adaletsiz uygulamalarına karşı direniş başlatmış, başta da Boycott’a hizmet etmeyi reddetmişlerdir. O yıl hasattaki düşüş nedeniyle köylüler indirim talep etmiş; ancak Boycott’un burnu büyük davranışları karşısında toprağı ekip biçmekten vazgeçmişler, dahası onunla ilişkilerini kesmişlerdir. Krallık, bölgeye tarımsal üretimin aksamaması için işçi, makine ve çok sayıda asker gönderse de maliyet katlanarak artmış, köylüler sonunda istediklerini elde etmişlerdir. Boycott’tan bize miras kalan “boykot” sözcüğü de böylece ekonomik ve sosyal izolasyon yoluyla tepki göstermenin ilk büyük örneklerinden biri olmuştur. 

Boykotun en ünlüsü şüphesiz Mahatma Gandhi’nin başlattığı “Tuz Yürüyüşü”dür. “Satyagrata” adı verilen bu hareket ülkede ötelenen, hiçbir ayrıcalığı olmayan kitlelerin aynı zamanda kendi adaletlerini ararken kullandığı bir güce dönüşmesini sağlamış, bir tüketim boykotu olarak da tarihe geçmiştir. Gandhi ve arkadaşları, İngilizlerin sattığı tuzu almayı reddederek, yerli üretimi savunmuştur.

Amerika’da siyasi direnişin en önemli sembollerinden biri olan Rosa Parks, Alabama Montgomery’de yaşayan ve terzilik yapan bir kadındır. 1 Aralık 1955’te iş çıkışı otobüse biner ve beyazlara yer verme kuralına uymaz! Yasaya göre otobüslerin ilk sıraları beyazlara, son sıralar siyahlara ayrılmıştır. Buna göre siyah yolcularla beyaz yolcuların aynı koltukta yan yana oturması mümkün değildir. 1 Aralık 1955 günü Rosa Parks bu yasaya uymaz! Ve kamu düzenini bozmak suçundan tutuklanır. O gün neredeyse bütün siyahiler otobüs boykotu gerçekleştirir. 40 binden fazla kişi yürüyerek işe gider. Bir yıl sonra eylem başarıya ulaşır ve ırk ayrımcılığına karşı sembolik eylemlerden biri olur. 

Filipinler’de eşi İmelda Marcos’un binlerce ayakkabısından tanıdığımız Ferdinand Marcos, yaklaşık 20 yıl boyunca hükümet yönetimindedir. 1979’daki petrol sıkıntısının ardından ülkede büyük bir ekonomik kriz yaşanmaya başlanır. Sivil direnişin en önemli unsurlarından biri halk grevleridir. Toplu taşıma durur, dükkanlar kapanır. 1986’da Marcos’a karşı kapsamlı bir ekonomik boykot kampanyası başlatılır. Aynı yıl seçimleri kaybeden Marcos, iktidarı bırakmak istemez. Ancak eylemler büyüyünce ülkeyi terk etmek zorunda kalır. 

Güney Afrika’da ise halk tarafından “Apartheid rejimi”ne destek veren markaların ürünleri tüketilmemeye başlanır. Buna birtakım sanatçı ve yazarların uluslararası boyutta destek vermesiyle iktidarın global anlamda meşruiyeti de sarsılır. 1990’a gelindiğinde boykotlar ve sivil direnişler sayesinde uzun yıllar hapiste bulunan Nelson Mandela serbest kalır. 

1973 yılında askeri bir darbe sonucu başa geçen Şili’de general Pinochet’ye karşı da birçok boykot düzenlenir. Pinochet’nin yanlış ekonomi politikaları sonucunda ülkede ekonomik bir çöküntü baş göstermiş, gelir eşitsizliği ve işsizlik artmıştır. “Protesto Günleri”ne rağmen Pinochet iktidarını 1990’a kadar sürdürmeyi başarır. 

Sırbistan’da Miloševic’in seçim yenilgisini reddetmesi üzerine başlayan genel grev, ülkede hayatı durma noktasına getirir. 90’larda Yugoslavya’yı savaşa sürükleyen, Bosnalı ve Kosovalı Müslümanlara karşı savaş suçu işleyen Miloševic, yargılanmak üzere Lahey’e gönderilir, ancak mahkemesi sonuçlanmadan ölür.

Ülkemizde ise en önemli boykot hiç kuşkusuz Kemal Kılıçdaroğlu’nun gazeteci Enis Berberoğlu tutuklanmasına karşı başlattığı, binlerce kişiyle Ankara’dan İstanbul’a kadar yürüdüğü “adalet yürüyüşü”dür. 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara’da Demokrat Parti aleytarı öğrencilerin gerçekleştirdiği, gizli bir örgütlenme olarak yayılan, adını 5. ayın, 5. günü saat 5’te Kızılay’dan alan “555 K” tarihimizin belki de ilk boykotudur. Nitekim Başbakan Menderes, şoförun yolun kapalı olduğunu söylemesine rağmen onu dinlemeyip kendini bir anda protestocuların ortasında bulur. O zamanlar öğrenci olan, daha sonra CHP Genel Başkanı olacak Deniz Baykal, Menderes’in “Ne istiyorsunuz?” sorusuna karşılık, “Hürriyet istiyoruz!” cevabını verir. Ancak Türkiye’de bir meslek grubunun ilk kitlesel eylemi, Fakir Baykurt öncülünde TÖS öncülüğünde gerçekleşir. Nitekim Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Merkezi, 10 Aralık 1969 tarihli “Bütün Öğretmenler Boykota!” bildirisinde şöyle denir:

“Türkiye eğitiminin ve öğretmenlerinin içinde bulunduğu bunalım dayanılmaz dereceye gelmiştir. Yabancı etkiler altında, sırtı halka dönük, eşitlikten uzak, tüketici, kalitesiz eğitim yıllardır, çocuklarımızı, halkımızı ve öğretmenlerimizi bıktırmıştır. Bugüne kadar yapılan her uyarıyı ve düzeltici her uygulamayı, türlü çeşitli iftira ve bühtanlarla boğan iç ve dış çıkarcılar, bu bakımsız ve perişan devlet eğitimini halkın çocuklarına bırakıp, kendi öz çocukları için özel okullar açmışlar ve açtırmışlardır.” Bu sayede 140 bin öğretmen iş bırakır.

***

Şu bir gerçek ki demokrasinin en önemli unsurlarından biri, gücünü yasalardan alarak hükümet politikalarının halktan gelen etkiler doğrultusunda değişime açık olmasıdır. Bu da sivil toplumun uygulayabileceği çeşitli eylemler yolu ile kamuoyunda farkındalık yaratmak ve karar alıcıları etkisi altına almaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir iktidar bundan hoşlanmaz. Hele finans gücünü elinde tutan sermaye sınıfı kendisine zarar geleceğini, ekonomi içindeki gücünü azaltacağını düşündüğü hiçbir eyleme sıcak bakmaz. 

***

Brecht’in “Bay Puntilla Ağa ve Matti”de şöyle bir hikâye anlatılır: Puntilla’nın bir sarhoş bir de ayık olduğu zamanlar vardır. Sarhoş olduğu zamanlarda insanlar arasında eşitlik gözeten, ilişkilerini insanca bir alt yapı temelinde sürdüren, kendi sınıfının çıkarlarına yeri geldiğinde karşı çıkan yufka yürekli, bonkör “şeker ötesi” bir adamdır. Ayık olduğunda sınıfının değerlerine sonuna kadar bağlı, kendisine karşı çıkanlara komünist, “vatan haini” damgasını yapıştıran, pinti ve zorba bir toprak ağası oluverir. Zavallı Matti, ağasıyla iyi anlaşabilmek için onu sürekli içirmek zorunda kalır. 

***

Her şeyden evvel Brecht’in Bay Puntilla Ağa ve Uşağı Matti oyununda söylenen, “İnsan iyidir ama düzen kötüdür, kötü bir düzende insanın ezilmeden yaşaması olanaksızdır” sözü öne geçer. Bu noktada dünya tarihinde çok sayıda boykot eyleminde olduğu gibi meseleye, küresel kapitalizmin anlamı ve hedefleri üzerinden; sınıfsallık temelinde bakmaktan başka çare de yoktur. 

Yazarın Son Yazıları

Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025
Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Devamını Oku
15.02.2025