Tarsus Şehir Tiyatrosu’nda yaşananlar...

Tarsus Şehir Tiyatrosu’nda yaşananlar...

01.06.2024 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

“Bizim için yaratma diye bir şey yoktur. Biz hiçbir şey yaratamayız; görmekten başka bir şey yapamayız” diyor “Üç Silahşörler” romanında Aleksandre Dumas. Elbette kendini yalnızca tedavülden kalkmış şövalye olarak konumlandırabilecekler için geçerli bu eğlenceli söz! Bir sanatçı için en önemli beceri şüphesiz önce görmek sonra da yaratının herkesi içine alan eşsizliğinde insanı ele almak. İnsanı tartışmaya açmak.

Tiyatro da doğası gereği öncelikle “insan”dan yana tavır alır. Sofokles’ten beri sahneden, “Ben bu dünyaya kin değil, sevgi paylaşmaya geldim!” diye haykırılması tesadüf değildir. Süreç içinde tiyatro sanatı seyircisini de dönüştürür. Şiddete karşı mesafeli olma erdemine sahip olmayı öğretir. Sonuçlarını yaşayan bizler için sıradan örneklerdir: Van Devlet Tiyatrosu’nun açtığı tiyatro kurslarında, on iki yaşındaki bir çocuğun, “Tiyatro sana ne verdi” sorusuna burnunu çeke çeke, “Artık kız kardeşimi dövmüyorum!” diye karşılık vermesi kazancın umulandan fazla olduğunu gösterir. Öte yandan modern tiyatronun işlevlerinden biri de zaman zaman seyirciyi “provoke” ederek belli bir bilince ulaşmasını sağlamaktır. Tabu olarak nitelendirilen, hassas konularda bile alımlayıcıyı sarsmak temel kuraldır. Bundan da çoğunlukla erk sahipleri rahatsızlık duyar. 

***

Gelelim, bin yıllardır süren iktidarın sanatla sancılı ilişkisine. 1960’lı yıllarda Fransa’da Rene Maheu, kültür politikaları kavramını, 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Bildirgesi’nin 27. maddesindeki kültür hakları kavramına dayandırmıştır. Bu maddede, “Her kişinin toplumun kültürel yaşamına özgürce katılma hakkı” olduğu savunusu yapılmaktadır. Her insanın nasıl “eğitim hakkı”, “çalışma hakkı” varsa bir de “kültür hakkı” bulunmaktadır. Rene Maheu bu haktan herkesin yararlanması üzerinde durmuş, kültüre erişimin seçkinlerin, varlıklı bir azınlığın ya da kültür uzmanlarının tekelinde bir lüks aracı olamayacağını belirtmiştir. Devletin belli noktalarında bulunan seçilmiş ve atanmışların görevi de sanattan herkesin yararlanmasını yani, bir bakıma sanatın demokratikleşmesini sağlamaktır. Bu anlamda tiyatronun yaygınlaştırılmasının bir politikaya dönüştürülmesi de zorunluluktur. 

Sanat tasarrufa sığmayacak kadar etkili bir alandır. Nitekim 1994 yılında uzun yıllar hepimizin cebini zorlayacak 5 Nisan kararları yürürlüğe girmiş, kamuda etkin bir dizi önlemler alınmıştı. O dönemde Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Levent’in sanat kurumlarındaki bu önlemler dizisinin dışında kalmak adına yaptığı manevraları hatırladım. Ve kendisini aradım. Söylediği son derece önemli cümleleri aktarıyorum: “5 Nisan kararlarından sonra Devlet Tiyatroları’nın da önüne bir dizi tasarruf tedbirini içeren paket konmuştu. Ancak şunu unutmamak gerekir, dünyada en bunalımlı dönemlerinde insanın varoluş nedenlerini hatırlatan, yaşama tutunmasını sağlayan tiyatrodur. Savaş dönemlerinde bile yaşam ölüm arasındaki çatışmanın en yoğun olduğu süreçte sorgulama yapma aracıdır. En önemlisi savaş kadar etkin ekonomik yıkıntıların yaşandığı aralıkta insanın yaşama tutunabilmesi elzemdir. Bu da bizim gibi ülkelerde bilet fiyatlarının makul seviyede olduğu ödenekli tiyatrolar sayesindedir.” Nitekim bu savunu ödenekli tiyatroları o dönem, nefes alınabilecek seviyede tutmuştu. 

***

Geçen günlerde Tarsus Şehir Tiyatrosu ekonomik kriz ve tasarruf tedbirleri gerekçesiyle kapatıldı. Tarsus Şehir Tiyatrosu, 2019 yılında belediyeye bağlı bir müdürlük olarak kurulmuş. Tam yedi oyuncusu var. Bunlardan beşi konservatuvar mezunu, ikisi alaylı. Kurulduktan sonra çok kısa sürede iki felaketle burun buruna gelmiş bir şehir tiyatrosu var karşımızda. Önce salgınla boğuşmuş, ardından deprem görmüş. Buna rağmen seyirci karşısına üç yetişkin iki de çocuk oyunu olmak üzere beş oyun çıkarmasını bilmiş. Ayrıca verdiği ücretsiz kurslar sayesinde iki öğrencisi konservatuvara girmeye hak kazanmış! Ancak şu anda bu hizmeti veren oyunculardan ikisi istifa etmiş. Tarsus Şehir Tiyatrosu’nun oyuncuları ne yazık ki asli kadrosu olan büro hizmetinde çalıştırılmaya başlanmış, genel sanat yönetmeni de köpek bakım evine gönderilmiş! 

Ne yazık ki ülkemizde, belediye tiyatrolarına dair bir yasal zemin söz konusu değil. (Devlet Tiyatroları’nın kuruluş hakkındaki kanunu mevcut sadece. Özel tiyatrolar hakkındaki yönetmelik ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. Amatör tiyatrolarla ilgili ise bir düzenleme mevcut bile değil.) Böyle olunca da yöneticilerin iki dudağı arasında oluyor her şey. Belediye tiyatroları kurulurken yönetmelik sağlam bir zemine çakılamıyor. Bu sonuca giden yolu söylüyor; tiyatro kapatmaya pek hevesli Demokrat Partili bir vekili anımsatıyor: “Halk bizden tiyatro değil yol istiyor!” 

Ne acı ki kriz döneminde sıkışmış, nefessiz kalmış Tarsus halkının ruhsal doyum alanı artık yok! Tarsus Belediye Başkanı Ali Boltaç’tan böyle bir dönemde tiyatrosunu büyütmesini, istifa eden oyuncuları çağırıp hatta oyuncu sayısını çoğaltmasını, yeni bir yapılanmayla geniş kitlelere ulaşan bir tiyatroyu sağlam temellerle oluşturmasını ısrarla bekleyeceğiz. Bu kendisinin aynı zamanda sorumluluğu ve sanata erişim hakkının gereğidir. 

***

Şunu da belirtmem gerekiyor: Sanat göz önünde olmasına karşılık kulak ardı edilen bir alan. Öte yandan etkisi düşünüldüğünden çok daha geniş. CHP’de şu anda büyük bir hevesle takip ettiğimiz CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in kültür ve sanattan sorumlu bir genel başkan yardımcısı henüz yok. Daha da önemlisi oluşturulan gölge kabine içinde kültür bakanlığını yürüten Koza Yardımcı da geçtiğimiz günlerde istifa etti. Bu boşluk da maalesef düşünüldüğünden daha büyük olan bir fikir alışverişi ihtiyacının kara deliğe dönüşmesine vesile oluyor. 

Tüm olumsuzluklara rağmen Tarsus Belediye Başkanı Ali Boltaç’ın sanatı kollayan bir başkan noktasına kendisi taşıyacağına ve Tarsus Şehir Tiyatrosu’na yeniden can vereceğine inanmak istiyorum.

Yazarın Son Yazıları

Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025
İç dökümü

İç dökümü

Devamını Oku
01.03.2025
Kral Çıplak

Kral Çıplak

Devamını Oku
22.02.2025
Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Saklı bir tarih: ‘Ankara Öykü Günleri’

Devamını Oku
15.02.2025