Erinç Yeldan

Üniversitelerimizde Tercih Dönemi

16 Temmuz 2014 Çarşamba

İki haftadır üniversitelerimiz yeni öğrencilerimizle buluşma telaşı içerisinde. Sayıları yüz binlerle ifade edilen genç üniversite öğrenci adayları, kendilerini mesleklerine hazırlayacak “en uygun” okul arayışında iken, üniversitelerimiz de en “iyi” öğrenci adayını kapma telaşındalar. Bu telaş artık akademik bir yarışma sınırlarını çoktan aşmış, milyonlarca liralık reklam bütçeleri, müzikleri, koreografileri ve akıl almaz vaatleri ile birlikte devasa bir medya şölenine dönüştürülmüş durumda.
Türk yükseköğretim sisteminde yaşanan bu süreç, kuşkusuz ülkemize özgü değil. Bu dönemi izlerken son çeyrek yüzyılda ülkemizde ve küresel coğrafyada yaşananları düşünmeden edemedim. Anımsanacağı üzere, iktisadi ve sosyal politikaların tamamıyla piyasa koşullarına terk edildiği ve devletin ekonomiye müdahalesinin en aza indirgenmesinin tartışılamaz bir doğru olarak kabul edildiği 1990 sonrası dönem, “tarihin sonu” olarak ilan edilmişti. Bu dönemde “küreselleşme” adı altında, kalkınma ve sanayileşme politikaları sadece ve sadece kâr amacı güden piyasa kararlarına terk edilmişti.
Başlıca amacı kâr elde etmek olan “piyasaların”, kârın çoklaştırılmasının önünde durabilecek her türlü engeli, bu arada devletin “kamu yararı” ve “sosyal fayda” gibi kavramlarını ya da emeğin “güvenceli ve insan onuruna yakışan iş” ve benzeri taleplerini akıl dışı ve popülist israf olarak görmesi son derece doğaldı. Aslında çokuluslu tekellerin dar çerçevede kâr elde etme amacını temsil eden bu politikalar, “küreselleşme” kisvesi altında sanki bütün toplumun çıkarınaymış gibi sunulmaktaydı.
Bu süreçte, sosyal devletin kazanımları teker teker terk edilmekte; yurttaş, müşteriye; kamu kurumları kâr amacıyla çalışan işletmelere dönüştürülüyordu. Kalkınma kavramının yerine, “yükselen piyasa” getirilmiş; sanayi yatırımlarının ve ulusal refahın yerini, borsa-faiz-döviz üçgeninde paradan para kazanmayı amaç edinen spekülatif finans oyunları almıştı. Uluslararası ilişkiler, artık “kumarhane kapitalizmi”nin spekülasyon hesaplarına dönüştürülmüştü.
Bu kırılmalar ile birlikte üniversiteler de dönüşüme uğradı. Üniversiteler, bilimin, sanatın, edebiyatın, felsefenin yeşerdiği özgün bilim ve yaratıcı düşünce kurumları olmaktan hızla uzaklaştırıldı; uluslararası finans dünyasının ve ulusötesi tekellerin stratejik sorunlarına acil yanıtlar arayan ve buralara eleman yetiştirmeyi biricik hedef olarak gören teknik meslek okullarına dönüştürüldü. Üniversiteler bilimsel kuşkunun ve yaratıcılığın merkezleri olmaktan uzaklaşarak tekdüzeleştirilmiş ve “mesleki eğitim ile sınırlandırılmış” müfredatları ile ticarileşmeyi hedefler hale geldiler. Yükseköğretimin bir “pazar” haline dönüştürüldüğü ve piyasanın kısa vadeli kâr-zarar prensiplerine bağımlı, anarşik yapısına teslim edildiği bu yapı, bir yandan da “sanayi-üniversite işbirliği”, “girişimci kuluçkalar” gibi cilalı kavramların ardına sığındırılarak toplumda meşruiyet kazandırılmaya çalışıldı.

***

Bu şartlar altında, ülkemizin sayıları iki yüze yaklaşan üniversitelerinin, 21. yüzyılın çağdaş, kuşkucu, sorgulayan ve yaratıcı beyinler yetiştirebilen bilim kurumları olarak işlev görmesi mümkün olabilecek mi?
Bu sorunun yanıtı, elbette sadece üniversite eğitiminin değil, aynı zamanda ilkokulda temel eğitimden başlayarak ortaöğretimimizin çarpık ve ezberci niteliklerine dayanmakta. 4+4+4 sisteminin parçalanmış ve medreseleştirilmiş eğitim altyapısına dayalı, siyasallaştırılmış ve ticarileştirilmiş bir yükseköğretim anlayışı, 21. yüzyılın Türkiyesi için umutlu olmayı güçleştiriyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları