1960’lardan beri sanat dünyasını sarmalayan bir akım minimalizm. Yalnız müzikte değil, plastik sanatlarda, heykelde, mimaride, şiirde, operada, her dalda egemen oldu. Karmaşıklaşan sanat söylemlerine ve yaşam biçimlerine bir başkaldırı olarak Amerika’da ortaya çıktı. Ressam Ad Reinhardt (1913-1967), “Sanat olarak-sanat olarak-sanat” kampanyasıyla, elden geldiğince az araçtan yararlanmayı öne sürdü.
Doğu sanatı üzerine uzun çalışmalar yaptı ve yedi yıl hep aynı boyda kare tuvaller
kullanıp, tuval yüzeyini birbirinden zorlukla ayırt edilebilen siyah renk tabakalarına böldü. Böylece minimalistlerin malzemeyi ekonomik kullanımına önayak oldu.
Müzikte minimalizm, 20. yüzyılın başından beri Avrupa’da egemen olan karmaşık tekniklere karşı bir tepki olarak doğdu. Sürekli yinelenen müzik tümcesinin ya da kısa motifler içinde tonalite ve ritmin belli belirsiz, ağır ağır değişim geçirmesiydi. Aynı yıllarda Batılı besteciler esin kaynaklarını uzak coğrafyalarda aramaya başlamışlardı: Japonya, Bali, Endonezya, Hindistan ve Afrika’nın özgün çalgıları, makamları ve ritimleriyle ilgilenip Batı müziğine yeni deyişler getirdiler. Minimalist besteci, melodi, armoni, ritim ve biçim kaygısını bir yana bırakıp tekdüze bir ortam ve büyülenmişçesine kendinden geçiren bir müzik yaratmak peşine düşmüştü. Terry Riley (d. 1935), Steve Reich (d. 1936), Philip Glass (d. 1937) ve John Adams (d. 1947), minimal müziğin yineleme özelliğini deneysel bir basamak olarak kullanıp bu yoldan yine işlevsel armoniyi ve geleneksel tonalite yapısını canlandırmaya koyuldular.
Glass’ın Akhnaten, Reich’ın Çöl Müziği ve Adams’ın Nixon Çin’de adlı operaları, geniş kitlenin ilgisini uyandırdı.
Plastik sanatlarda Pop Art’ın öncülerinden Andy Warhol, Bridget Riley, Red Gro oms, George Brecht, Robert Whitma ve Jim Dine, minimal yöntemi kendi alanlarında kullandılar. Briget Riley’nin çalışmaları nasıl göz yanılsamasına dayanıyorsa, müzikte de Glass ve çağdaşlarının çalışmaları kulak yanılsamasına dayanıyordu: Birörnek renkli çubuklara bakınca bir süre sonra göz, onları hareket ediyor gibi alımladığı gibi, birörnek müzik motifleri de yinelendikçe, kulağa ilerliyor gibi bir duygu veriyor.
Philip Glass (d. 1937) Juilliard Müzik Okulu’nda okumuş, Paris’te Nadia Boulanger, Ravi Şankar ve Alta Rakha ile çalışmış. Hint müziğinden esinlenmiş, son derece üretken bir besteci. Başlıca operaları arasında Einstein Kumsalda (1976), Satyagraha (1980), Akhnaten (1984), Galileo Galilei (2002), Appomattox (2007) sayılabilir. Senfoniler, koro yapıtları, akustik ve elektronik çalgıların birleşimi olan çalışmalar ve çok sayıda film müziği bestelemiştir.
Geçen hafta şef Gürer Aykal yönetimindeki BİFO’nun konuğu Philip Glass’ın minimal müziği ve Labeque kardeşlerdi. Zengin tınılarla bezenmiş bir müzik dinledik. İzleyicinin de “yeni” müziğe böylesi ilgi duyması çok ilginçti. Katia ve Marialle Labeque, yılların deneyimiyle, caz ve deneysel müziklere eğilimleriyle Glass’ın kendilerine adadığı “İki Piyano İçin Konçerto”yu zengin tınılarla çaldılar. Orkestranın eşliği ve solistlerle söyleşisi çok özenliydi. İkinci yarıda Mozart’ın 16. yaş ürünü olan Divertimentosu ve Mendelssohn’un 15. ürünü olan 1. Senfonisi vardı. Her iki yapıt da özenle çalındı, keyifle dinlendi. Gürer Aykal birinci senfoniler için şöyle der: “Orkestra şefi olarak birinci senfonilere çok saygılı olmalısınız. Onlar bestecilerin ilk aşklarıdır!”
‘Minimalizm’in minimal devinimi
Yazarın Son Yazıları
Aya İrini: İKSV Festivali’nin tanığı
Geçen haftaki İDSO/DenizBank konserleri çerçevesindeki konseri değerli şefimiz Gürer Aykal yönetti.
Uzun yıllar önce maestro Gürer Aykal ile yaptığım bir söyleşide şöyle anlatıyordu...
Geçen hafta Aziz Shokhakimov yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın İşSanat’taki açılış konserini dinledik.
Erdal İnönü geçen hafta ölümünün 18. yıldönümünde mezarı başında anıldı.
Bizim çocukluğumuzda Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ilkokulda, ortaokulda yapılan törenlerle, marşlarla, okunan şiirlerle dolu dolu geçerdi.
İngiliz orkestra şefi ve viyolacı Howard Griffiths ile dostluğumuz yıllar öncesine dayanır.
Eskiden orkestraların mevsime başlarken ilk konserleri için “Daha üyeler yaz mahmurluğunu üstlerinden atamamış” diye eleştiriler çıkardı.
Yaz yavaş yavaş bitiyor.
Türk Dil Kurumu ödülüm
Leylâ Pamir (1930-2023) çok değerli bir müzik insanıydı.
Geçen hafta Atatürk Kültür Merkezi’nde 6-12 Eylül tarihlerinde yapılan “Pekinel Uluslararası Masterclass”ın AKM Tiyatro Salonu’ndaki kapanışını izledim.
Geçen hafta dört günlük bir Polonya turundaydım.
Cem Mansur’u uzun yıllardır tanırım. Özellikle gençlerin elinden tutması, onlara güvenmesi; orkesta programı hazırlarken bildik yapıtların yanı sıra çağdaş ya da az bilinen tarihi yapıtları izleyiciye ve orkestra üyelerine tanıtması onun en önemli başarılarındandır.
Bilmem dikkat ediyor musunuz son yıllarda ortaya çıkan “nehir söyleşisi” alt başlığı ile bir edebiyat türü var.
Kimi isimler, tarihe bir değil, iki imza atmıştır. Örneğin Bülent Tarcan!
İnsan ne zaman mutlu uyanır?
Osmanlılar 14. yüzyılda Balkanlar’a girmiş, 15. yüzyılda Konstantinopolis’i fethetmiş ve 16. yüzyılda Viyana kapılarına dayanmış, uzun süre Avrupa’nın korkulu rüyası olmuşlar.
Son zamanda yayımlanan üç kitaba değinmek istiyorum...
Bizim kuşak çok genç yaşlarındaydı İstanbul Müzik Festivali ile tanıştığında. Festivalin başlaması ilkbaharın gelmesiydi.
Çağımızın efsane piyanisti Alfred Brendel, ne harika bir çocukmuş ne de ailesinde bir başka müzisyen varmış.
Önceki hafta 53. İstanbul Müzik Festivali güzel bir coşkuyla başladı: Yöneticiler, çalanlar, dinleyiciler hepsi yıllar içinde artık kocaman bir aile olmuş.
Geçen hafta Kurban Bayramı’ydı. Dört buçuk gün kadar sürdü.
19. yüzyılın sonundaki post romantik besteci Richard Strauss (1864-1949) art arda iki opera birden besteler.
Sevgili Oya’cığım, biliyorum, birazdan arayıp: “Bu hafta beni hangi konserlere götürüyorsun” diye soracaksın.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Carlo Tenan’ın yönettiği seçkin bir programla mevsimi kapattı.
ENKA/Can Kiracı/ Opera Bale Festivali
Muhittin ve Gülseren Sadak
Aykal, Naz İrem ve Levendoğlu
Avrupa orkestralarında iki viyolacımız
Dört dörtlük bir dinleti
Suna Korat’ı hiç dinlediniz mi?
Aya İrini: Festivalin efsane tanığı
BİFO’dan unutulmayacak bir dinleti
Maria Callas ve Leyla Gencer
Zehra Yıldız Vakfı’nın yeni atılımları
İstanbul Festivali sınırların ötesinde
Usmanbaş: Sükûnetler denizi
Boğaziçi’ndeki orgumuz
Berger ve Ayla Erduran