Geçmişi hiç özlemiyorum
Hıfzı Topuz
Son Köşe Yazıları

Geçmişi hiç özlemiyorum

22.12.2019 07:30
Güncellenme:
Takip Et:

Geçmişi hiç aramıyorum, hiç özlemiyorum. Geçmişin nesini özleyeyim ki? O günleri düşünüyorum, dünya kanlar içindeydi. İspanya iç savaşında kan gövdeyi götürüyordu. Franco zalim bir diktatördü. Ona karşı Cumhuriyetçiler seferber oldular, bütün dünyadan gönüllüler onlara katıldı ve Franco dünyaya kan kusturdu. O günleri mi özleyeceğim?

Almanya’da dünyanın başına bela olan bir Hitler çıktı. Yıllar boyu önce Yahudilere, sonra da bütün dünyaya kan kusturdu. Hitler o zamana kadar benzeri görülmemiş zalim bir diktatördü. Çağdaş teknolojiyi kendi iktidarını güçlendirmek için kullandı. 

Önce Yahudileri yok etmeye kalktı, büyük bir ırkçılık politikası güdüyordu. Gazeteler her gün Yahudi kıyımı üzerine haberlerle doldu. Hitler, Almanya’da iktidarı güçlendirdikten sonra komşularına saldırmakla işe başladı. İlk başta Avusturya’yı ele geçirdi, sonra Çekoslovakya’yı, azdıkça azdı. Bütün dünya basını Hitler’in saldırılarını gösteren fotoğraflarla doldu. Her yerde kan, şiddet ve savaş fotoğrafları. Onları hiç özlemiyorum. 

Nazizm: Irkçı doktrin

Derken İkinci Dünya Savaşı. Hitler bütün komşularına her türlü savaş aracıyla saldırıyordu. Fransızlar ve İngilizler Hitler’i durdurmak için Münih’te bir anlaşma imzaladılar. Uzlaşmayla Hitler’i frenleyeceklerini sanıyorlardı, hiç de öyle olmadı. Bir süre sonra yine kan gövdeyi götürdü.

Gazetelerde günü gününe bu saldırı haberlerini izledik. 

Nazizm korkunç bir ırkçı doktrin yaratmıştı. Hitler bu ırkçı politikası ile hak hukuk dinlemiyor, uluslararası bütün anlaşmaları çiğniyordu.

Bunları hiç özlemiyorum. 

Yanan, yıkılan kentler, yükselen dumanlar, hava bombardımanları, yerlerde ölüler, kıvranan yaralılar...

 Bunların özlemini çekmiyorum.

Alman Orduları önce Belçika’yı, sonra Fransa’yı işgal ettiler. Hitler, bir zırhlı araç üzerinde Şanzelize’de boy gösterdi. Vichy’de bir kukla hükümet kuruldu. Başına İkinci Dünya Savaşı’nda büyük ün kazanmış bunak bir asker getirildi: Mareşal Petain. Naziler artık bütün Fransa’ya egemen olmuşlardı. Basında her gün Nazilerin savaş fotoğrafları ve sonu gelmeyen kanlı olaylar yer alıyordu. Yakalanıp kurşuna dizilen direnişçiler ve her türlü zulüm...

Bunları özlemiyorum.

Hitler’in Fransa’ya girmeden evvel ne ölçüde Yahudi düşmanı olduğu bilinmiyordu. Her şey ondan sonra ortaya çıktı. Yahudilerin oturduğu mahallelere baskınlar düzenleniyor ve kadın, erkek, çoluk çocuk hepsi yerlerde sürüklenerek gara götürülüyordu. Gazeteler bu fotoğraflarla doldu. Ellerinde bavulları ile cılız erkekler, kucaklarında bebeleri ile zavallı kadınlar garda dehşet içinde bekleşiyorlardı.

Basında her gün o olayları izledik. 

Korkunç bir insanlık dramı

Yahudiler garlardan trenlere dolduruluyor ve Almanya’daki toplama kamplarına gönderiliyorlardı. Bunların en ünlüsü Auschwitz ölüm kampıydı. O kamplara girenler çıkmıyordu. Yahudiler kamplarda bir süre çalıştırıldıktan sonra diri diri ve teker teker fırınlara atılıyordu. 

Basına o sahneler de yansıyordu. 

Sonra pek çok roman yazıldı bu konularda. O haberleri ve fotoğrafları hiç özlemiyorum. Ama ne yapalım ki bütün tarih bu tür olaylarla dolu. Milyonlarca Yahudi öldürüldü ve yakıldı oralarda. Bu ne korkunç bir insanlık dramıydı. 

O günleri özlemiyorum.

Almanlar bir yandan da Sovyetler’e saldırdılar. Alman askerleri her şeyi yaka yaka Moskova kapılarına kadar ilerlediler. Stalingrad’da acımasız bir savaş verildi. Ondan sonra da büyük yenilgi başladı. 

O resimleri bir daha görmek istemiyorum.

İtalya’da ise durum başka türlü gelişiyordu. Ülkeye Mussolini’nin başkanlığında faşist bir rejim egemen olmuştu. Aynı ırkçı politika ve aynı saldırılar. Hitler’le Mussolini çok iyi anlaşıyordu. İkisi de otoriter ve ırkçı rejimden yanaydı. İtalyan faşistlerinin azgınlıklarını ve kanlı saldırı haberlerini basından izliyorduk; içimiz sızlıyordu. 

Bu böyle devam edemezdi. İtalya’da partizanlar örgütlendiler, direnişe geçtiler ve birçok yerde Mussolini’ye kan kusturdular. Unesco’da çok sevdiğim bir arkadaşım vardı: René Caloz. Savaş yıllarında ayağında kayaklarla Alpler’i aşarak Kuzey İtalya’ya gidiyor ve oradan haber topluyordu. O bölgedeki partizanların başı, bir gün René Caloz’a şöyle demişti, “Yarın sabah kuzeyde şu köye git, sana çok iyi bir röportaj konusu çıkacak.”

“Sabahleyin köye gittim, bir de baktım meydanda halk toplanmış haykırıyor. Bir boydan bir boya bir halat gerilmiş, üzerinde de sallanan iki ceset: Benito Mussolini ve sevgilisi Clara Petacci’nin cesetleri. Yanımdaki bütün filmleri o sahnelerle tükettim. Dünya o olayları benim çektiğim fotoğraflardan öğrendi” diye anlatır René Caloz.

Artık savaşın sonu yaklaşmıştı. Bir süre sonra Hitler sevgilisi Eva Braun’la birlikte yaşamına son verdi. O konuda basında çıkan fotoğrafları hiç özlemedim. 

Japonlar teslim oldu

Uzakdoğu’da savaş devam ediyordu. Japonlar direniyorlardı. Birdenbire bütün dünyayı sarsan bir haberle uyandık. Amerikalılar önce Japon kenti Hiroşima’yı, ardından da Nagazaki’yi atom bombaları ile yok etmişlerdi. 

Basında günlerce o fotoğrafları izledik. Korkunç felaket sahneleri. Yerlerde binlerce ceset ve kıvranan kadınlar, çocuklar, kolları kopmuş, yüzleri yanmış, can çekişen zavallılar. 

Amerikalılar bütün insanlık duygularından yoksun bir halde iki kentte yaşayanların canlarına kıymışlardı. Hangi komutan bu emri vermişti? Milyonlarca insanı yok eden korkunç bir kıyım emri. Gazeteler haftalarca bu kentlerde can çekişen insanların resimleriyle doldu taştı. 

Bunları hiç özlemedim. 

Japonlar teslim oldu. Uzakdoğuda savaş bitti ama gazeteler haftalarca, aylarca o cinayetleri gözümüzün önüne serdiler. 

O günleri özlemiyorum. 

Derken dünyaya Soğuk Harp egemen oldu. İkinci Dünya Savaşı sona ermişti ama şiddet olayları birçok yerde sürüp gidiyordu. Yine basında her gün kanlı savaş resimleri. 

Şimdi direniş var

Derken Kore Savaşı patlak verdi. Kore ikiye bölünmüştü. Bu savaş yıllarca sürdü. Ve basın Kore Savaşları’nın kanlı resimleriyle doldu, taştı. Onları da hiç özlemedim. 

Uzakdoğu’da Mao Tse-Tung ülkeyi sömürgecilerden, yoksulluktan ve cahillikten kurtarmak için büyük bir yürüyüşe geçmişti. Sömürücüler Mao’ya karşı koyuyorlardı. Yıllarca süren iç savaş Mao’nun zaferiyle sona erdi. Çin sömürüden, cahillikten ve yoksulluktan kurtuldu. Bu işler kolay olmadı. Mao’ya karşı koyan kukla Çin Hükümeti’nin başkanı kendi ekibiyle Tayvan Adası’na sığınmak zorunda kaldı. Mao’nun zaferi, özgürlüğün ve insan haklarının zaferiydi. Uzakdoğu savaş resimleri de yıllarca gazetelerin birinci sayfalarını kapladı. 

Bütün geçmişimde hep bu kanlı savaş anıları ve gazetelerde çıkan kanlı savaş resimleri var. Bunları hiç özlemiyorum. 

Onların arkasından Vietnam Savaşı başladı. Ho Chi Minh adında bir vatansever, sömürgecilerin saldırılarına karşı koymak için halkı örgütledi, iç savaş yıllarca devam etti. Fransızlar orada perişan oldular. Onların desteklediği Bao Dai hükümeti iktidarı bırakmak zorunda kaldı. Ama Vietnam savaş resimleri yıllarca basından eksik olmadı. 

Şimdi bunlar yok. Yani ordular çarpışmıyor ama buna karşı başkaldırılar var, direnişçiler var, özgürlük savaşçıları var. Onlar tanksız, topsuz, uçaksız bir savaş veriyorlar. Bunun tek istisnası var: Suriye. O kanlı gelenek Kuzey Suriye’de yıllardan beri sürüp gidiyor. Bu olay bütün dünyanın lanetlediği bir istisna. Ne var ki dünya büyük savaş olaylarından kurtuldu. O savaşların özlemini çekmiyorum. 

Yaşasın barış, özgürlük ve insan hakları!

Yazarın Son Yazıları

Kongo’dan acı tatlı anılar

Kongo’dan acı tatlı anılar

Devamını Oku
17.10.2021
Enstitülere yazık oldu

Enstitülere yazık oldu

Devamını Oku
19.03.2021
Sevdiğim Devlet Başkanları

UNESCO’daki görevim sırasında tanıdığım devlet başkanları arasında birkaçı bende özel bir yer bıraktı. Bugün onlardan ikisini anlatmaya çalışacağım. Ama önce Sayın İsmet İnönü ve Sayın Ahmet Necdet Sezer’den söz edeceğim.

Devamını Oku
29.11.2020
Yetmiş sene önce Kore'de ne işimiz vardı?

Menderes hükümeti de NATO’ya katılma umuduyla Kore’ye asker gönderme kararı aldı. Türkiye’de Cumhuriyet kurulduğundan beri ilk kez yurtdışına asker gönderiyorduk.

Devamını Oku
18.10.2020
Menderes Döneminde Basın Özgürlüğü

Menderes en ufak bir eleştiriye tahammül edemiyordu. DP hükümeti 1956’da radyo ve yayın yoluyla işlenen suçlar kanununa yeni maddeler ekledi. Bu maddelerden biri “Kötü niyetle ya da özel maksada dayanan yayında bulunmak, hükümetin dışarıdaki itibarını mübalağalı ve özel maksada dayanan haberlerle sarsmak.”

Devamını Oku
06.09.2020
27 Mayıs'ta Düş Kırıklıkları

Benimle bu kadar uğraşmalarının sebebi neydi? Ben İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurulması için uzun mücadeleler vermiştim. Sendikanın genel sekreteriydim. Yine o dönemde Türkiye Gazeteciler Konferansı’nı toplayarak iktidarın karşısına büyük bir direnişle dikilenler arasında başı çekiyordum. Her zaman onur duyduğum bir savaş veriyorduk. Bununla övünüyordum. Ama çok da düşman kazanmıştım. O düşmanlıklar her fırsatta karşıma dikiliyordu.

Devamını Oku
02.08.2020
Yazmasalar Olmaz mıydı? - Hıfzı TOPUZ

Atatürk devrimlerini ve aydınlanmayı savunmak benim amacım oldu. Atatürk’ün uyguladığı aydınlanma düşüncesi benim felsefem oldu.

Devamını Oku
27.05.2020
Dostum Ali Ulvi Ersoy

Ali Ulvi, Cumhuriyet’te her zaman namuslu, dürüst, geniş kültürlü, kıvrak zekâlı, ince esprili ve devrimci bir sanatçı olarak karikatür çizdi. Mesajlarını bir çırpıda kavrıyordunuz. Karikatürleri uzun süre belleğinizden silinmiyordu.

Devamını Oku
29.03.2020
Dost Orhan Kemal

Orhan Kemal gerçek bir sosyalistti. Yazıları halkın, yoksulların ve özellikle işçilerin sorunlarından esinlenerek kitleleri etkileyen bir havadaydı. Yazarlığa Bursa Hapishanesi’ndeyken başlamış ve okuyuculara kendini çok sevdirmişti. Siyasal tartışmaların dışındaydı.

Devamını Oku
24.02.2020
Geçmişi hiç özlemiyorum

Devamını Oku
22.12.2019
Bir zamanlar Paris

Bir zamanlar Paris

Devamını Oku
07.09.2019
Kültür politikalarına ne zaman sıra gelecek?

Kültür politikalarına ne zaman sıra gelecek?

Devamını Oku
14.07.2019