Sevgili okurlarım seçimde kim kazanırsa kazansın artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Şöyle ki, bildiğiniz gibi 17 yıllık AKP iktidarı uzmanların, bilim adamlarının, odaların uyarılarını kulak arkasına atıp, bilerek ya da bilmeyerek pek çok yanlış yaptılar, denetim mekanizmasını devre dışı bıraktılar en çok da rant hırsıyla plansız programsız yapılan işler çökmeye başladı. Örneğin Karadeniz derelerine HES yapmayın, bölgenin ekolojik dengesini bozarsınız uyarıları dinlenmedi, ayrıca, yel değirmeninden biraz daha hallice “HES’lerin ürettiği elektrik de anca bir kasabaya yeter” denildi. Sonuçta üzerlerine HES yapılan dereler kurudu, bölgenin ekolojik dengesi altüst oldu. Kısaca, Karadeniz HES mezarlığı oldu. Şiddetli sağanak yağmurlar başladı. Geçenlerde sel suları nasıl olmuşsa hâlâ çalışan bir HES’in borularını ve havuzunu patlattı. 6 kişi öldü, kayıplar var. Bakanlar patlamanın Allah’tan olduğunu söylemekle yetindiler. Yani Allah’ın işi gücü yok Karadeniz’de yapılmış bir HES’i patlatıyor. Aklımızla dalga geçmeyin, Allah’ın gücüne gidecek!
Sonra bakın yap-işlet modeliyle yapılan İstanbul Havaalanı. Kış bastırsın kesinlikle kullanılmayacak. Sadece yazlık bir havaalanımız olacak, bununla övünebiliriz çünkü bir ilk. Nedenlere gelince, bölgenin 121 gününün sisli ve rüzgârlı olması. Kışın paşa paşa babadan kalma Atatürk Havaalanı’na döneceğiz. İstanbul Havaalanı’nın acayip tehlikeli olduğunu Tayyip Erdoğan ve devlet erkanı uçmak için Atatürk Havaalanı’nı kullanmaya başlayınca daha iyi anladım.
Gelelim medyaya, gerçek tirajları yerlerde sürünen yandaş medya ve bu medyada büyük paralarla çalışanlar için bugün kötü günlerin başlangıcı! İşe yaramıyorlarsa bu asalakları neden beslesinler! Bu arada bir çift sözüm de sendikalara! Kıdem tazminatı gibi önemli bir konuda Kartal’da miting yaptılar, anca 1500 kişi toplayabildiler. Artık onlar da oturup yepyeni bir sendikalaşma için kafa yormalılar. Yılda 2-3 kalın kimsenin okumadığı rapor yayımlayıp başkanları Meclis’e göndermekle bu iş olmuyor.
Şimdi sizlere bir film hikâyesi anlatmak istiyorum. Filmin adını unuttum, filmi Tuncel Kurtiz’le birlikte Kars’ta basık ve havasız bir salonda birlikte izleyip hüngür hüngür ağlamıştık. Gezici Festival’in Kars’a getirdiği filmlerden biriydi. Film bir Norveç filmiydi. Norveç hükümeti ülkesindeki partilerin kültür kollarına para vermiş, her parti kendini bir filmle anlatsın demişti. Film, beş orta metraj filmden oluşuyordu. Her parti kendini anlatmıştı ama bizi en çok etkileyen komünist partinin filmiydi. Film bir benzin istasyonunda başlıyordu, hemen hepsinin saçları ağarmış, göbekleri şişmiş komünist partililer ellerinde tüfekler, geleneksel av günü için bir araya gelmişlerdi. Önce yıl içinde ölenler için küçük bir saygı duruşu yapıldı, ardından ekip marşlar söyleyerek yola koyuldu. Birden bir çığlık duydular, hemen sesin geldiği tarafa koşup yamaçtan aşığı baktılar, gencecik, beyaz giysiler içindeki bir kız aşağıdaki bataklığa usul usul gömülüyordu. Hemen bataklığa doğru koştular ve bataklığa daldılar, el ele vererek kıza ulaştılar ve tekrar el ele kızı yamaca çıkardılar, kız koşarak uzaklaştı. O da ne, hepsi bataklığa girmişti, usul usul batıyorlardı. Birbirlerine baktılar, el ele tutuştular ve Enternasyonel marşını gür bir sesle söyleyip usul usul battılar. Bataklık hepsini yuttu. Yani dostlar hep birlikte bir bataklıkta usul usul batmaktayız. Üstelik şimdilik bize uzanan herhangi bir dal yok. Tek gücümüz birbirimize sımsıkı sarılmak ve birden hep birlikte fırlayarak bataklığın öbür tarafına geçmek. Ya geçeriz ya da boğulur gideriz. Karar hepimizin.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım sevdiğim tahta heykeller diyarı Değirmendere’ye taşındığımdan beri dostlarım, okurlarım beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim.
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’
Cihatçılar Alevileri ve muhalifleri öldürürken...