İmdat, Z kuşağı!

05 Temmuz 2020 Pazar

14 yaşındaki bir çocuk, evi basılarak Erdoğan’a hakaretten gözaltına alındı. Fişek fabrikasında şimdilik 7 işçi ölümü var. Avukatların 4 Temmuz’da yapacakları miting, sözüm ona korona nedeniyle yasaklandı. İtiraz eden avukatlara direkt biber gazı sıkıldı. Bunun gibi canımızı sıkan pek çok olay var, kendimizi çaresiz, geleceksiz hissediyoruz. Bir Türkiye hikâyesiyle devam edelim.

Bir ev düşünün, tek göz oda. Tek göz odanın duvarları rutubetten kararmış. Odada tek bir pencere var, iki gözlü pencerenin bir gözü kalın bir kartonla kaplanmış, diğerinde silinse de temizlenmeyen bir cam var. Odanın bir yanında bir lavabo, bulaşık yıkama yeri niyetine. Hemen altında bir Aygaz tüpü, boş. Odadaki tek ses tüplü bir televizyonun cızırtılı sesi.

Kadınlı erkekli bir televizyon programı; bir adam karısını arıyor. Kadın sevgilisine kaçmış, sevgili de orada, koca çocuğuna DNA testi yaptırmış çocuk ne babadan ne sevgiliden. Koca nerede olduğu belli olmayan karısına yalvarıyor.” “Geri gel, her şeyi unutacağım.

Kelebeğin gözyaşları.

En büyüğü 10 yaşında dört çocuk, ayaklarında yırtık çoraplar, üstlerinde başkalarının olduğu belli olan hırkalar, bir yer sofrasının çevresinde toplanmış annelerinin onlara birer dilim ekmek vermesini bekliyorlar. Anne kapının hemen önündeki giriş yerinde duruyor. Buradan çocukların onu görmesi mümkün değil ama o çocuklarını görüyor. Yüzlerinde derin bir açlık, annelerinin önüne koyacakları bir dilim ekmeği bekliyorlar. Uzun bir zamandır, ekmek dışında hiçbir şey yemediler. Arada sırada komşuların getirdiği tarhana çorbası dışında.

Televizyonda çok mutlu bir aile; anne-baba bir kız, bir oğlan, iki çocuk ve bir köpek. Günbatımında bir deniz kıyısında yürüyorlar. Altta beş yıldızlı bir tatil köyünün adı geçiyor.

Anne tek tek çocuklarının yüzlerine bakıyor. Onların ilk meme emişlerini anımsıyor, hele küçük oğlan nasıl da asılırdı memeye. Sonra usul usul büyümelerini, söyledikleri ilk “anne” sözcüğünü anımsıyor. Büyük oğlanın okula gideceği gün nasıl da heyecanlı olduğunu, ortancasının “ben de okula gideceğim” ağlamasını anımsıyor. Bir zamanlar ufak tefek işler bulan kocasının, bir bayram öncesi her çocuğa bir çift ayakkabı alacak parayı kazanınca, nasıl da sevindiklerini, çocukların ayakkabıyla uyuduklarını, ayakkabıları eskimesin diye, çamurlu tozlu yollarda nasıl da özenle yürüdüklerini anımsıyor.

Annenin bugün bir dilim ekmek bekleyen çocuklarına verecek ekmeği yok. İşsizlikten bunalan baba, sabahları erkenden evden çıkıp gidiyor, kahvede kim ona bir bardak çay ısmarlarsa onun masasında akşamı ediyor. Mahalledeki bakkal artık onu ve çocuklarını doyurmaktan bıktı. Küçük oğlan geçen gün kovalandı bakkaldan, bakkal onu çiklet çalarken yakalamıştı. Komşulara gidecek yüzü yok. Onlarda da ekmek azaldı, çoğu bir yıllık tarhanalarını şimdiden bitirdi.

Televizyonda ünlü bir manken çocuklarını kucağına almış, çocuk gelişimine pozitif etkileri olan bir yeni çıkmış bir ürünü tanıtıyor. Çocuklar sapsarı saçları, pembe beyaz yüzleriyle hiç durmadan gülüyorlar.

Anne çocuklarına bakıyor. Küçük dışında hiçbiri ağlamıyor, anne onların midelerinin kazındığını biliyor ama renk vermiyorlar, uslu uslu annelerini bekliyorlar, birazdan yanlarına gelir onlara birer dilim ekmekle dört tane zeytin mutlaka getirir. Anneleri onları asla aç koymaz. Öyle görmüşler, öyle bilirler.

Anne dalıp gidiyor, artık çocuklarını görmüyor, onların yerinde dört melek var şimdi, bir dilim ekmeğe ihtiyaçları olmayan, dans edip eğlenen, ölümsüz melekler. Onun çocukları birer melek artık, onları Tanrı’ya emanet etti, hiçbir şeyden korkmuyor artık, kapının yanında duran av tüfeğine uzanıyor eli, yüzünde bir garip gülümseme, çocuklarına, meleklerine son bir kez bakıp av tüfeğini kalbine doğru tutuyor ve eli hiç titremeden tetiği çekiyor.

Çocuklar tüfek sesiyle bir an birbirlerine bakıp kapıya doğru koşuyorlar, orada anneleri bir kan gölünün içinde yatıyor.

Ne yazık ki güzel ülkemizde bu hikâyeler öyle çok ki bir adım uzağımızda. Derin bir soluk alıp bu derin çaresizlikten nasıl kurtuluruz diye düşünmeye başlayabiliriz. Benim aklıma hep içinde yaşadığımız vahşi kapitalist düzenin tek bir şeyden anladığı geliyor. Onların canını tüketme alışkanlıklarımızı değiştirerek yakabiliriz. Yapılan araştırmalara göre Z kuşağının en büyük özelliği tüketim yapmamaları, markalara değer vermemeleri ve reklamlara kulak asmamaları. Öyleyse onların yolundan gitmeye başlayalım.Gençlik gelecektir sloganımız olsun! Ve çağıralım: Neredesin Z kuşağı? Ses ver.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları