Türkiye uzun bir süredir ekonomik bir labirentin içinde yön arıyor. Enflasyonla mücadelede her yeni yöntem, bir öncekinden daha büyük hayal kırıklığı yaratıyor.
Pazar filesi dolmuyor, ay sonu gelmeden cüzdanlar boşalıyor. Ücretlinin, emeklinin maaşı hızla eriyor. Ancak ekonomideki yangının dumanı yükselirken siyaset sahnesinde bambaşka bir gündem var:
Gözaltılar, tutuklamalar, yasaklar... Bağımsız yargı, öngörülebilir politika, özgür basın kavramları unutturulmaya çalışılıyor.
Türkiye enerjisini gerçek sorunlarıyla değil, siyasetle kaybederken asıl kaybeden vatandaş oluyor.
İşte bugünlerde tartışılması gereken çok önemli bir sorun var.
Türkiye tarihin belki de en yakıcı sorunlarından biriyle karşı karşıya: İklim krizi. Bir yandan kuraklık artıyor, seller şiddetleniyor, hava kalitesi düşüyor. Ve bu yıl ikinci kez don şoku yaşıyoruz.
Ne demek bu? Halkın yoksullaşması pahasına düşürülen enflasyonun tehlikede olması demek. Çünkü kayısıdan buğdaya onlarca ürün zarar görmüş durumda.
PİYASA ODAKLI YASA
Ve biliyor musunuz yıllardır beklenen iklim yasası, nihayet Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine geldi, tartışılıyor, dört maddesi de geçmiş durumda. Ancak ne ilginçtir ki ülkenin geleceğini kökten ilgilendiren bu tasarı, kamuoyunda neredeyse hiç tartışılmadan kapalı kapılar ardında şekillendi.
Ne üniversiteler konuştu ne sivil toplum tam anlamıyla sürece dahil edildi. Oysa yasanın öznesi “gelecek kuşaklar”dı.
KONDA’nın araştırması gösteriyor ki halkın yüzde 70’i bu kanundan habersiz. Yani iklim yasası, toplumla değil, masa başında hazırlanmış.
İklim Kanunu adını taşıyor ama içeriği daha çok “Emisyon Ticareti Sistemi Yönetmeliği” gibi.
Neden mi? Çünkü uzmanlara göre bu yasa, iklim krizini önleme hedefinden çok, karbon ticareti üzerinden gelir yaratmayı önceleyen bir metin gibi okunuyor.
Uzmanların görüşüne göre emisyon azaltımına dair 2030, 2040, 2050 ve 2053 gibi kritik yıllar için hiçbir somut plan sunulmuyor.
Türkiye hâlâ kömürle barışık, doğalgazla huzurlu bir ilişki içinde ama dünya bambaşka bir yere gidiyor. Avrupa Birliği, sınırda karbon düzenlemesiyle bu yasayı çoktan uygulamaya koydu.
Türkiye ise bu yasayla sadece 2026’da uygulamaya başlayacak olan “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” nedeniyle, AB’ye karbon vergisi ödememek için iç piyasada bir sistem kuruyor. İklim için değil, ticaret için...
PİYASA ODAKTA, HALK DEĞİL
Yasa tasarısının en detaylı bölümü karbon piyasasıyla ilgili. Şirketlerin karbon salımlarını ticaret konusu haline getirecek bu sistem için ince ince düzenlemeler yapılmış. Ama iklim adaletine dair tek satır yok. Kömür bölgelerinde geçim kaynağını kaybedecek işçiye, çiftçiye, gençlere ne olacak? Sessizlik!
Yasa, kömürden çıkış takvimi içermiyor. Hatta mevcut termik santralların durumu bile muğlak. Oysa iklim bilimi açık: 1.5 derece hedefi için kömür çağını kapatmak şart.
Emisyonları azaltmayan şirketlere uygulanacak yaptırımlar belirsiz. Denetim yetkisi yine merkezi otoritede. Oysa güçlü bir yasa, sadece hedef koymaz; uygulanmadığında sonuçları da olur.
Bu yasa, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamasının ardından gelen önemli bir adım olabilir. Ancak eksikleriyle, bu haliyle sadece bir çerçeve. Asıl fotoğraf ise hâlâ flu.
Zaman daralıyor. 2023’te yaşadığımız seller, orman yangınları, kuraklık uyarı değilse nedir?
Bu yasa yeniden yazılmalı.
Türkiye’nin geleceği, sadece ekonomik büyümede değil; yeşil dönüşümde, adil geçişte, çevreyle barışta yatıyor.