Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanat kirikkanat@mgkmedya.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Başka kimse yoh mi?

28 Mart 2021 Pazar

Toplumlara her zaman akıllılar baş olmaz. 

Deli liderler de boldur. 

Çünkü akıllılar illaki zeki, deliler de aptal değildir. Tam tersine, zeki deliler arasından, vasat akıllılardan çok daha etkin, yetkin önderler çıktığı görülmüştür. Örneğin Abdülhamit’in aptal olduğunu kim iddia edebilir? Ama paranoyaklığı da tescillidir. 

Keza Hitler, Stalin, Mussolini hatta Napolyon bile hem üstün zekâlı hem de yadsınamaz ölçüde ruh hastalarıdır. 

Tarihe baktığımızda, üstün zekâlı önderlerin akıllısıyla delisi arasında tek bir fark saptarız: Deli dâhiler, yönderlik ettikleri toplumları ergeç felakete sürükler ve kan banyosundan geçirirler. Akıllı dâhiler ise halklarını kan banyolarından sakınan, kurtaran, barışa ve esenliğe kavuşturanlardır. Savaşırken de dâhidirler, ancak akıllı olduklarından nerede, ne zaman duracaklarını bilir ve gerçek amaçlarını, yani önüne düştükleri halkın çıkarını gözden yitirmez, barış ereğinden sapmazlar. 

PUSULAYI ŞAŞIRAN, GEMİYİ DE BATIRIR

Bu anlamda akıl, belki de olaylar karşısında soğukkanlı düşünme yeteneğini kaybetmeyen, pusulayı şaşırmayan zekâ ölçüsüdür. Delilik ise öfke ya da çaresizliğin, mantıksızlığa ittiği bir ölçü yitimi. 

Herhangi bir işte ya da uğraşta ölçüyü kaçırmak, dengesizlik yaratır. Delilere tam da ölçüyü kaçırdıkları için dengesiz denir. Evrende, dünyada, doğada ve bilimde her şeyin dengeye dayalı olduğunu düşünecek olursak; dengesiz önderlerin yönettikleri ülkeyi, halkı, ancak ve yalnız felakete götürecekleri açıktır. 

Başka bir olasılık yoktur. 

İster diktatör olsun ister demokrat, bir önderin nihai başarısı ya da yenilgisini, ölçüsü ve dengesi belirler. 

İşte bu ölçü ve denge bilinci açısından benim dünya ölçeğinde önderim Atatürk’ten sonraki favorim, onun hasmı sayılacak Churchill’dir.

BUCKİNGHAM SARAYI’NDA HIRSIZLIK 

Bahriye Nazırı olarak Büyük Britanya Krallığı donanmasını Çanakkale Savaşı’na sokan ve yenilince yirmi yıl kariyerine ara vermek zorunda kalan Lord Winston Churchill; İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte geri döndüğü siyasal arenadaki muzaffer önderlik başarısını, dehşetin tam ortasında bile yitirmediği bir soğukkanlılıkla tutturduğu ölçü ve kurduğu dengeye borçludur. Üstelik bunu, keskin zekâsına eşlik eden muzip mizacıyla yapar.

Zafere taşıdığı İngiltere, 1950’li yılların başında savaşın yıkımını henüz atlatamamış, epeyce yokluk çekilen bir ülkedir. 1952’de tahta çıkan gencecik Kraliçe Elisabeth, Başbakan Churchill’in yönlendirmesiyle Buckingham Sarayı’nda çok sayıda yabancı devlet lideri ağırlamakta; onlarla ticari anlaşma imzalamak isteyen hükümete destek olmaya çalışmaktadır.    

Hangi ülke muktedirlerinin ağırlandığı açıklanmayan böyle bir davette, yemek servisine eşlik eden protokol görevlisi, konuklardan birinin önüne çifter çifter sıralanmış gümüş çatal bıçak takımından bazı parçaları ceket ceplerine kaydırdığını görür.

KUVERLERİN MUHAFIZI CHURCHILL

Durum tatsız, çünkü yabancı konuk “hırsız” diye üstüne çullanılamayacak bir misyon yetkilisi ama Kraliçe’nin kuşaktan kuşağa aktarılan gümüş takımları da çay kaşığından kepçesine kadar kayıtlı kuyutlu, her yemek sonrası tek tek sayılıp tekmil verilen devlet malıdır.

Protokol görevlisi, davette elbette hazır bulunan Lord Churchill’in kulağına eğilip, çok tatsız durumu fısıldar. Aristokrat başbakan, renk vermeden yemeğine devam eder. Sıra tatlı servisine, yani çalınan parçalara gelince, önündeki kuverleri tombul pençeleriyle herkese göstere göstere alır, cebine kaydırır. Sonra hırsız konuğa bakarak: “Ah, ne yazık ki gördüler!” der ve cebinden çıkarıp masaya koyar. Beti benzi atan adamın, başka seçeneği yoktur. O da cebindeki kuverleri çıkarır ve “şaka yaptım” gibisinden yerlerine koyar. 

SOYDULAR, OYUYORLAR

Türkiye’nin her şeyi çalındı, batıyor. İliğini sömürüp kanını emenler, sofradan kalkmamak için halkı birbirine düşürmeye, çatışma yaratmaya çalışıyor. 

Salgın diye halka yasakladıkları her özgürlüğü AKP kongrelerinde nispet yapar gibi sergilemek; itilenleri kakılanlara karşı kışkırtmaktan başka hangi amacı güdebilir? Halkın yarısı açlıkla, işsizlikle boğuşur, kimileri intihar ederken muktedir beslemelerin şatafatlı yaşamları, öfkeden başka neyi büyütebilir? 

Meclis devre dışı, muhalefet atıl, muhalefet aciz, muhalefet yok hükmünde. Haydutlaşmayan çoğunluk, silahsız ve külahsız halk çaresizlik içinde. 

Fıkrayı bilirsiniz. Uçuruma düşerken bir dala tutunan adam “Kimse yoh mi?” diye feryat ederken gökler yarılır, şimşekler çakar ve davudi bir ses, “Ben varım, canını almaya geldim!” diye gürler. Adamcağız, titrek bir sesle haykırır: “Başka kimse yoh miii?”                  

Oysa Churchill, “Tehlikeye asla sırtınızı dönmeyin. Kaçmaya çalıştığınız tehlike ikiye katlanır. Ama hızla tepki verip karşısına dikilirseniz, yarı yarıya azaltırsınız” der. Bu, bir strateji hesabıdır. 

Dişleri takırdayan Türkiye, tehlikeye sırtını dönüp kaçmayacak, karşısına dikilecek bir kurtarıcı bekliyor. 

Umarım çıkar.     



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları