Küllerinden doğmak

21 Mayıs 2023 Pazar

Demokrasi istemi, kullarla yurttaşlar arasındaki mücadeleyi eğer yurttaşlar kazanırsa gerçekleşebilen bir utkudur. 

Kulluktan çıkamayan cahil bir toplumu demokrasiyle yönetmeye kalkarsanız başına cahil sahipler seçer; o da iktidarını elde tutmak için cehaleti yayar, besler, yani seçmen kitlesini genişletir. 

Muktedir sahip, hiç şaşmaz, er ya da geç despotlaşır.

Despot sahibin ulufe, merhamet dağıtıp kıyak yaptığı kullar da parsadan pay kapmak için birbirlerinin gözünü oymadıkları zamanlar, sahipten de kulluktan da hoşnutturlar. 

Türkiye’nin dramı, işte budur.

Ancak eğitim ve kültürle kazanılan yurttaşlık bilincinin ülkede kök salması için Atatürk’ün ölümünden beri hiçbir çaba harcanmamış, kulluktan çıkamayan bir çoğunluğa tepeden inme bir demokrasi verilmiş, o demokrasi ancak cehaletin yayılmasıyla iktidarda kalabilen muktedirler yaratmış ve toplum, hiçbir ortak değeri, temeli, kültürü paylaşmayan iki parçaya bölünmüştür.

KARDEŞ KARDEŞE KIYAR MI KIYAR

Bir yanda despotun ulufesinden hoşnut kullar; öte yanda despotluğa karşı demokrasi, hak, hukuk vb. isteyen yurttaşlar...

Siyasal İslamın ülkemizde iktidara geldiği 2002 yılından beri, kafamda hep İspanya örneği dolanır durur. 

Uzun tarihinde 17 özerk prensliğin (bugünkü özerk bölgeler) bir krala bağlı olduğu mutlak monarşiyle yönetilen İspanya’da, toplumun kulluğa karşı yurttaşlık mücadelesi 1800’lerde başlamıştır. İlk İspanyol cumhuriyeti 1873’te kurulup bir yıl sürebilmiş; onlarca isyan ve savaştan sonra 1931’de ilan edilen ikinci cumhuriyet rejimi, 1939’da krala kulluğu savunan Frankistler tarafından yıkılmıştır. 

Türkiye’de “Allah’ın vekili sultan kulluğuna” dayalı siyasal İslama örnek olarak düşündüğüm İspanya’da olanları, ta 2005’te “Küllerinden doğmak” başlıklı yazımda şu satırlarla anlatmıştım:

KULLAR İLE YURTTAŞLARIN SAVAŞI  

Franko, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da faşizmi sürdüren tek ülkenin, İspanya’nın biricik faşist lideriydi. Kısaca Caudillo, yani “Reis” diye anılırdı...

1936’da, Franko’ya bağlı askeri birlikler genç İspanya Cumhuriyeti’ne karşı ayaklandı. İspanyollar, mümin muhafazakâr ve kralcı faşistlerle; din, iman ve kral tanımayan cumhuriyetçiler arasında ikiye bölündü. İnsanlık tarihinin en etkileyici, çünkü her şeyiyle en aşırı, en kahramanca, en dehşetengiz, en acımasız iç savaşı yaşandı. Üç yıl süren kanlı hesaplaşmada, iki taraftan 200 binden fazla insan öldü. 1939’da Franko ve adı meşum “Falange” tümenlerinin zaferiyle sonuçlandı. 

Yenik cumhuriyetçilerin çoğu, ülkeden kaçmak ya da göçmek zorunda kaldı.

İspanya tam 36 yıl boyunca Franko ve Katolik Kilisesi’nin “Tanrısal” faşizmi altında, gözünün üstünde kaşın var diyebilme özgürlüğü olmadan yaşadı. Politikadan söz etmek ancak rejimi övmekle mümkün, muhalefet yasak, basın sansürlüydü. 

DİNLER AYRI, LGBT DÜŞMANLIĞI AYNI

Eşcinseller gizlenmek, dinsizler çenelerini kapamak durumundaydı. Taç giydirdikleri genç Kral Juan Carlos, rejimin kuklasından başka bir şey değildi. 

Dönemin İspanyol sineması ancak aşktan söz edebilen, en az bir bölümü mutlaka kilisede geçmek zorunda olan, iyinin kiliseye sığınıp kötünün sonunda mutlaka günah çıkardığı müzikallerden oluşuyordu. 

Eli kolu bağlı, kulakları tıkalı, ağzı bantlı yaşadı bütün bu yılları İspanya.

Ama Franko’nun ölümünü izleyen yıllarda, inanılmaz bir hız ve vakurla faşizmden parlamenter monarşiye geçti. Sanki sihirli bir değnek değmişcesine kökten değişti. Sağcıların ve solcuların kral ile el ele gerçekleştirdikleri on yıllık demokratikleşme süreci, İspanya’yı kozasından çıkan bir kelebek gibi açtı dünyaya. İngiltere’de olduğu gibi kral kaldı ama yetkileri kısıtlandı ve kulları yurttaşlığa geçtiler. 

RUHBAN İLE FAŞİST EL ELE, KADINLAR EVLERE

Franko’nun ölümünden sadece 11 yıl sonra AB üyeliğini kazanan İspanya’da, despot yaşarken kilise nikâhı zorunluydu, bugün eşcinseller de belediye nikâhı kıydırabiliyor. 

Kadınlar, baba ya da kocalarından izin almadan çalışamıyorlardı, bugün çalışan nüfusun yüzde 43’ünü kadınlar oluşturuyor. Frankist iktidar sürecinde evlerin yüzde 57’sinde su tesisatı olmayan İspanya, bugün AB’nin yaşam düzeyi en yüksek, ekonomisi en dinamik ülkelerinden biri.

OKUYA OKUYA YA DA VURA VURA

İnsanlar sözcüklerle düşünür ve ne kadar çok sözcük bilirlerse düşünceleri o kadar genişler. Sözcük zenginleştiren tek eylem, okumaktır. 

İspanyollar, Frankist dikta altında TV’ler sansürlü, filmler kabak tadında ve henüz cep telefonu olmadığından bol bol kitap okudular. Franko öldüğünde hepsi özgürlük için gereken demokrasiyi içselleştirmişti.  

Yeterince kitap okumayan ve ortalama 300 sözcükle düşünen Türkiye’de, yurttaşlık bilinci çok zaman alacak ve eğitim modeli, kafayı duvara vura vura öğrenmek olacak! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Vekâleten aşk 4 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları